Șef Adem Özkan Kimdir?
İstanbul Gastronomi Aşçılar Derneği yarışma komite başkanı görevini yürütüyorum. Öncelikle bir aşçının bir masaya oturup saatlerce tariflerini ve bilgilerini kitap haline getirmek saatlerce yazmak o kadar zor ki yazmak bana göre yazmak pişirmekten daha zor, ama bir başlamaya gör. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor ama ben bu kitabı sadece masa başında değil örnek gösterecek olursam, otobüste, uçakta, yurtdışında, nerde boş kaldıysam aldım elime tabletimi elimden geldiğince bilgilerimi aktarmaya çalıştım kitabımda.
Dünya mutfaklarından tutun, Türk Mutfağı’nın inceliğine kadar ve mutfaktaki genel kültüre kadar yaşadığım maceraları tariflere ve genel kültüre dönüştürene kadar yazmaya çalıştım, umarım beğenirsiniz. Kendimden bahsedecek olursam ben iç Anadolu’nun güzel mi güzel Yozgat’ın bir kasabasında dünyaya geldim, 12 yaşıma kadar annem büyüttü ve hayatın öğreten kişi oldu çünkü 5 yaşında babamı kaybetmiştim ve hem baba duygusunu hem anne duygusunu annem aşılamıştı bize 12 yaşından sonra hayatı yavaş yavaş ciddiye aldığımda hayatın ne kadar zor ve acımasız ve önümde aşılması gereken dağların olduğunu görüyordum.
Ama şunu iyi biliyordum ki insan isterse herşeyi yapabilir ve başarabilirdi. 14 yaşıma kadar kasabamızın okulunda hem okuyup hem de çobanlık yaparak hayatta güzel şeyleri öğrenmeye devam ediyordum. Çobanlık sıralarımda dağda bitkiye ait ne varsa akşam eve getirip bi şekilde çiğ veya pişmiş ve o bitkilerden farklı lezzetler çıkarmaya çalışıyordum. Buna ailem ne kadar çok kızsada ben inadımdan hiç vazgeçmiyordum. İşte benim maceram o zamanlarda başladı.
Lise dönemime başlayınca 1 yıl tokatta yatılı okuduktan sonra belirli nedenlerden dolayı okuluma 1 yıl ara verdim ve bir sene sonra İstanbul’a gelerek Özel Dragos Anadolu Turizm Meslek Lisesinde okumaya başladım ve aynı zamanda bir restoranın mutfağında bulaşıkçı olarak çalışmaya başladım. Ve bu aşamada çok maddi sıkıntılar çeksemde hayattan hiç bir şekilde kopmadım. Bir sene bu restoranda bulaşık yıkadıktan sonra oradaki ustalarım beni mutfağa almaya karar verdiler ve 3 yıl boyunca hem okuluma devam ettim hem de bu restoranda kendimi geliştirmeye devam ettim.
Ta ki Doğu Akdeniz Üniversitesi Gastronomi Endüstri Bölümü’nü kazana kadar. İşte benim hayatımın 180 derece dönmeye başladığı gün o gündü. Çünkü Kıbrıs’da hem mesleğim olarak çalışacağım bir yer hem de kariyerim olarak geliştireceğim bir yer olacaktı. Orda üniversiteye başladıktan sonra 5 yıldızlı bir otelin mutfağında çalışmaya başladım ve o kadar yoğun çalışıyordum ki hem okul hemde iş bazen çok yorulsamda farklı yemekler öğrendikçe ve bu mesleğe aşkla baktıca yorgunluğumu unutturuyordu, çünkü o kadar hırs yapmıştım ki kariyerimde güzel bir yere gelmek istiyordum ve bu hırsımın kurbanı olmak istemiyordum.
Bir gün bu hırsımı bölüm hocam farketti ve odasına çığırarak konuşmak istedi. Hocamın bir sözü beni çok etkilemişti, ‘Sana tek bir cümle söyleyeceğim ve bu sana yetecektir.’ dedi. Bende sabırsızlıkla o cümleye beklerken, ‘Hayatının önüne bir merdiven koy ve o merdiveni yavaş yavaş çık, emin ol bu meslekten daha çok zevk alacaksın.’ dedi. İşte hocam bana aslında bu mesleğin anahtarını vermişti.
Bir gün otelin banquet mutfağında çalışırken bir otel misafiri yanıma yaklaşarak nereli olduğumu sordu ve bende cevap verdim. Bana cebinden çıkardığı kartvizitini uzatarak eğer ki Türkiye’ye dönersen ara beni dedi ve ben o insanın İstanbul’da turizm bünyesinde 4 oteli olan ve başarılı bir iş adamı olduğunu öğrendim. Çünkü banquet mutfağında o kadar istekli müşteri memnuniyeti önüne alarak çalışıyordum ki o insan bunu farketmişti. Artık okulum bitmiş ve hem otelde hem okulda güzel tecrübe edinerek iyi bir aşçı olmuştum.
İstanbul’a dönmenin zamanı gelmişti.
İstanbul’a döndüğümde artık bir iş bulup hayata bir yerden başlamam gerekiyordu. Hemen aklıma kartvizitini veren iş adamı gelmişti telefona sarılarak o insanı aradım ve beni oteline çağırdı. Taksim’deki otelinde işe başladım ve güzel yemeklere yeni insanlar tanımaya başladım. Beni işe alan kişinin Türkiye çapında sayılı iş adamlarında bir olduğunu öğrendim. Bir kez daha doğru yerde olduğumu öğrendim ve artık hayatım düzene girmiş, bu mesleğin inceliklerini öğrenmiş, hem okullu, hemde çekirdekten yetişmiş bir aşçı olarak mutfağımda lezzetli ve kusursuzca yemek çıkarıp masaya gitmesini istiyordum. Çünkü benim için en önemli olan masaya giden yemek ve o müşterinin ilk yemeği tatması, surat ifadesi çok önemliydi.
Mutfaktan çıkan her tabağı takip edip, masadan kusursuzca yenip, bulaşıkhaneye boş bir şekilde gelmesi benim için çok önemliydi. Çünkü bazen karşılaşıyoruz, yemek yenmediği takdirde mutfağa geri gelmesi beni çok üzerdi ve direk müşterilerimizle ben ilgilenirdim. Çünkü insanlarının restoranıma mutlu gelip mutlu kalkması benim için çok önemliydi. Bir gün şunu farkettim, bir müşterinin iştahsızca yemeğini yemesine şahit oldum ve hemen devreye girip farklı bir sosla yemek yaparak o müşterimize tatmasını istedim ve bu insan buna çok mutlu oldu. Bir soru sordum, ‘Yemeklerimizden memnun musunuz?’ dedim ve o insan masadaki bazı şeylere alerjisi olduğunu ve mütevazi bir şekilde servis elmanımıza izah edemediğini söyledi.
İşte bu kadar önemli bir aşçının müşteri masasına gitmesi. Ve bir gün beni patronum arayarak ‘Ben bugün farklı bir yemek istiyorum.’ diyerek benden ricada bulundu. Hem öz güvenimi, hem tecrübemi, hemde mesleğimi bir tezgaha toplayıp, herşeyi şef bıçağıma bıraktım. Akşam olduğunda patronuma güzel bir yemek yaptım ve gün sonun da patronum beni masasına çağırarak karşısına oturmamı istedi. Önce yemek hakkında teşekkür etti. Ve bir teklifte bulundu. Yurtdışına bir restoran açıp ve restoranın başına beni koymayı düşünüyordu.
Teklif geldiğinde ben şok olmuştum. Çünkü ilk yurtdışı maceram olucaktı ve teklifi kusursuzca bulup, kabul ederek çalışmalara başladım. Sayılı günler bitmişti yurt dışı maceram başlayacaktı. Okyanusu aşıp uçakla 16 saatlik yol gidip Çin’e gidecektim.
Türkiye’den bana orda yardımcı olucak 2 aşçı seçmiştim. Oraya gidince neyle karşılaşacağımı bilmediğim için burdan bazı baharatlarda numune alarak bavuluma koymuştum. 16 saatlik yolculuğun arkasında Shanghai Havalimanı’na inmiştik, pasaport kontrolünden geçerken bir sorun çıkmıştı çantamdaki baharatlar bana sorun olmuş ve gümrük polisi beni karakola götürerek tam 4 saat karakolda sorguya çekmişlerdi.
Oysa baharatları uyuşturucu sanmışlar. Yani yoğurda siyah diyen bir ülkeye gitmiştik ve bu benim için bir anı olmuştu. Sonra 2 senelik bir mutfak maceram olmuş ve güzel bir restoran kurmuş, tecrübeme tecrübe katmıştım. Manav pazarına gider sebzelerimi özenle seçerdim. Balık pazarına gider en taze balıkları seçer, et pazarına gider en taze etlerimi seçip, akşama müşterilerimize güzel bir menü hazırlamak beni çok heyecanlandırırdı.
Ama ilk gittiğimde çok zorlanmıştım, farklı kültür, farklı insanlar görmek, hele ki Asya insanı biliyorsunuz ki çok farklı. İlk aşamada Türkiye’den dünyanın en güzel yemeklerini yapıp mutfağımızda lezzetli yemeklerin çıkması ve o ambiyansı burda da yaşatmak istiyordum. Ama biraz burda hüsrana uğramıştım, çünkü buranın insanı o kadar farklıydı ki çorbaya salatayı karıştırıp yiyorlardı. O yüzden çok işimiz vardı ve bazı sorunları aşmamız gerekiyordu. İlk iş olarak bulunduğum yerdeki restoranları gezerek, farklı farklı yemekler yiyerek bu işi çözmeye başlamıştım. Ve tam bir hafta farklı farklı restoranlar gezerek her türden yemek yemiştim. Artık Asya insanını çözmüştüm ve onların
damak zevkine göre lezzetler çıkararak restoranımızı popüler hale getirmiştik. Bu da beni mutlu etmişti. 2 sene boyunca fırsat buldukça Asya’nın ve Çin’in her türlü mevkisine gidip farklı lezzetler tadıp, mutfağımda uygulardım. Zaten bu yemekleri tariflerimde göreceksiniz. Ama ilk açarken bir maydonoz maceramız var ki sormayın gitsin çok kısa anlatacağım. Bazı yemeklerimizin içerisine maydonoz koymuştum.
Türk Mutfağı’mızda olduğu gibi. Ama bir sorun vardı, Çinli esnaflar maydonozun ne olduğunu bilmiyor ve bulunduğumuz yerde maydonoz yoktu. Tam bir hafta Çin’in bazı mevkilerinde maydanoz aradık ve sonunda 400 km uzaklıkta bulduk, bu bizim için bir anı ve tecrübe olmuştu. Kendi kendime söylüyorum her zaman, yurtdışına çıkıp farklı insanlar görmek, farklı kültür görmek insanın öz güvenini yükseltiyor. Şunuda söylemeden geçemeyeceğim, Çin halkına o kadar çok alışmıştık ki, sanki bizden birileri gibi arkadaşlığımız olmuştu. Bizlere hissettirdikleri güzel arkadaşlık için hepsine çok teşekkür ediyorum.
Aslında çok macera yaşadım Çin’de ama bu maceralarımı bir roman haline getirmek istiyorum.
O yüzden kısa keseceğim, çünkü bu kitabımı çıkardıktan sonra yurtdışı maceralarımı yaşadığım kitabımı yazacağım. Çin’de 2 sene kalmış ve artık Türkiye’ye dönmenin zamanı gelmişti. Şirketimden rica edip beni geri almaları için rica etmiştim, kısa sürede cevap gelmiş Türkiye’ye geri dönmüştüm.
Türkiye’ye döndüğümde tekrar farklı farklı mutfaklarda çalıştım ve kendimi geliştirmekten hiç vazgeçmemiştim. Yine bir İtalya maceram olmuştu, 5 ay kadar oraya tamamen ekmek ve pizza üzerine eğitime gitmiştim. Çok detaylı pizza tarifleri ve ekmek tarifleri öğrenip mesleğime renklilik katmıştım. Ama Çin’de bulduğum sıcaklığı İtalya’da bulamadım doğrusunu söylemek gerekirse ve eğitimim bitince tekrar Türkiye’ye dönerek eski şirketimde işe başladım ve şu anda da aynı şirkette hizmet vermekteyim.
Aynı zamanda bu işe gönül vermiş öğrencilerimize ve meslektaşlarımıza yardımcı olmaya çalışıyorum. Çünkü öğrenmeye açık insanlar her zaman başımızın üstünde yeri vardır. Mutfağımda her hafta birini ağırlar, onlarla okullara gidip, öğrencilerimize bişeyler öğretmek hepimizin görevidir diye düşünüyorum. Şu anda da bu düşüncelerimi gerçek anlamda uyguluyor ve bu mesleği öğretmek için bütün öğrencilerimize aşılamaya çalışıyorum ve hangi yaşa gelirsem geleyim düşüncem hiç değişmeyecektir.
Saygılarımla...