Türk Mutfağının Dünyada Daha Fazla Tanıtıma İhtiyacı Var... Uzmanlardan Öneriler!
Konuşmasında köklerimiz ve geleneklerimizin yarınımız olduğunun altını çizen Ticaret Bakan Yardımcısı Turagay, “Gastronomimizi köklerimiz ve geleneklerimizin üzerine inşa edeceğiz. 2000’li yılların başına kadar mal ihracatı yaparken, bugün Türkiye’nin lezzetlerini nasıl ihraç edeceğimizi konuşuyoruz. Birçok medeniyetin beşiği olan bir ülkede yaşıyoruz. Potansiyelimizi çok iyi değerlendirmeliyiz.
Turist başı gelir 647 dolar. Bunu 1100, 1200 dolarlara çıkarmamız işten bile değil. Bakanlık olarak desteğimizi esirgemeden el ele çalışarak daha büyük başarılara yelken açmak istiyoruz. ABD’de 50 bin İtalyan restoranı var. Bunun yarattığı toplam değer 2,5 milyar dolar. Bu rakamlar Türkiye ekonomisi için büyük rakamlar. GSMH’den sadece %2 pay alıyoruz. Bunları artırmamız lazım. Türkiye’nin Gastronominin merkezi haline getirmeliyiz. Bunu için de her şeyden önce toplumsal bilinci yerleştirmemiz lazım” dedi.
“Gastronomide zirveye oynayabiliriz”
Gastronominin ekonomiye yararlarına dikkat çeken Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan ise şunları söyledi:
Anadolu mutfağı bize gastronomi alanında birinciliğe oynama potansiyelini sunuyor. Tanıtımda güçlü bir atağa kalkmamız gerekiyor. Gastroekonomide zirveye oynayabiliriz. Şu an bulunduğumuz konumu kabul etmemiz mümkün değil. Bu alanda yeterince tanıtım olmaması ve markalaşma eksikliği en önemli nedenlerimiz. Sosyal medya üzerinden gidersek; dünyanın en iyi 50 yemeği arasında Türk yemeklerini göremiyoruz. En önemli 50 içeceği arasında Türk içeceklerini göremiyoruz. Çok önemli gastronomi festivallerini göremiyoruz.
Bakanlık olarak, Turizmi Geliştirme Fonu çalışmalarımızda son aşamaya geldik. Bu fonla turizmin çeşitlenmesi, gastronominin iyileşmesi, ürünlerimizin tanıtımını sürdürülebilir hale gelmesi için güçlü bir fona sahip olacağız; en önemlisi bu fon itici gücümüz olacak.”
Türkiye Tanıtım Grubu proje hazırlığında
Açılışta konuşan Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı İsmail Gülle de, teknolojinin gelişmesinin, cep telefonu ile birlikte inanılmaz bir bilgi yayılımına sebep olduğuna işaret etti. Gülle, “En büyük zevkimiz sadece karın doyurmak değil, bunu ötesinde aldığımız lezzetleri paylaşmak. Bu sektörü daha da büyütmek istiyoruz.
Gastronomi özellikle eğitim hayatında meslek halinde getirilmesi, müfredatın gelişmesi ve gençlerimizin bu konuya yoğunlaşması, meslek seçiminde önceliklerden biri olduğunu gösteriyor. Aslında köklerimizden, kültürümüzden, tarlamızdan gelen bu kadar çok lezzeti bir araya getirip dünyaya sunmak bizim için en önemli projelerden biri. Türkiye Tanıtım Grubu’nda ülkemizi tanıtan lezzetlerin tanıtmanın projesini oluşturuyoruz. Bu işe adım atmış, yurt dışında ciddi bir şubeleşmeye giden yemek sektörümüzü daha cesaretle destekleyerek onları farklı bir yere taşımamız gerekiyor” diye konuştu.
“Ekonominin en lezzetli tarifi!”
Konuşmasına, “Ekonominin en lezzetli tarifi diye niteleyebileceğimiz 2. Global Gastronomi Ekonomi Zirvesi’ne hoş geldiniz” diyerek başlayan TURYİD Başkanı Kaya Demirer ise ekonominin büyümesi için sürdürülebilir kalkınmanın zaruri bir araç olduğunu, en önemlisi de gastronominin ciddi potansiyele sahip bir kalkınma aracı olduğunu düşündükleri için zirveyi gerçekleştirdiklerini söyledi. Demirer, “İyi bir tarihe, zengin ve farklı kültürlere sahibiz.
Bu nedenle yemek kültürümüzün sürdürülebilir kalkınmanın en önemli parçalarından biri olduğunu düşünüyorum. Gastronomi, seyahati seven kesim dolayısıyla turizmde ön sıralarda yerini alıyor. Adil paylaşım, sınırlı kaynakların doğru kullanımı ve gelecek kuşaklara saygı bizim için önem atfeden konuların başında geliyor. TURYİD olarak, 250’si yurt dışında toplam 1500 işletmeye sahibiz. Sağladığımız istihdam yurt içinde 50 bin kişiye ulaştı ve 20 milyar TL’lik bir ekonomi yarattık. Bu rakamlar da ortalama Türkiye’nin toplam yeme içme ekonomisinin yüzde 24’üne tekabül ediyor” dedi.
Kooperatifçilikten bağcılığa yeme-içme kültürüyle ilgili her şeyin zirvede konuşulacağını vurgulayan Kaya Demirer, şöyle devam etti:
“Yurt dışında restoran açmak, yalnızca temel gıda ihracatı değil; mutfak sanayimizi de götürüyoruz, porselen tabaklarımızı götürüyoruz, tekstilimizi götürüyoruz. Bu ekosistemi doğru anlarsak, yurt dışı restoranlarının açılışının önemini daha iyi anlarız. Bir ülke yeme içme ekonomisinde verimli olur ise yatırımcılar daha iştahlanıyorlar. Çünkü markalarını bugün alacaklar, yarın büyütecekler ya da halka arz edecekler. Ekonomi açısından bu çok önemli.”
TURYİD 2. Global Gastroekonomi Zirvesi’nde ‘Gastronominin İyileştirici Gücü’ başlığıyla bir konuşma yapan Küresel Sosyal Gastronomi Hareketi Öncüsü David Hertz, şunları söyledi:
“2017 Ocak ayında Zürih’teydim ve Davos’a geçecektim. Davos’taki ağırlama ve ikram işini biz yapıyorduk. Forum’da mülteci çocuklarla ilgili fotoğraflar gördüm ve neler yapabileceğimizi düşünmeye başladım. Daha önce mültecilerle ilgili bir çalışma yapmayı düşünmemiştim. Çünkü Brezilya’da mülteci yok. Bir yemek kamyonu hazırlayalım ve bu kamyon Zürih’ten Halep’e kadar gitsin istedik. Ancak o dönem hazır değildik. Bir şeyleri anlamak için deneyimlememiz gerektiğimizi anladım ve bir mülteci kampını ziyaret ettim. Kadınlarla birlikte yemek yaptım ve böylelikle onların ne şartlar altında yaşadığını görerek Dünya Gıda Programı için bir şeyler yapma şansım oldu.
“Bizi yemek birleştiriyor”
Dünya hızla değişiyor ve birbirimizden ayrışıyoruz. Ben ve diğerleri olarak… Ancak öyle bir dönemdeyiz ki artık korku içerisinde yaşıyoruz. Bir sürü insanın temel ihtiyaçlara erişimi yok. Açlar ve suya ihtiyaçları var. Biz şefler etkileşim için yemek yapıyoruz. Ben köprü kurmak için çalışıyorum. Bütün dünyayı geziyorum, insanlarla tanışmaya bayılıyorum. Çünkü bizi yemek birleştiriyor aslında. Gıda kalbimizden çıkıp ruhumuzla birleşiyor kimliğimizle, geleceğimizle ve inançlarımızla bağlantılı.
Duyularımızla hareket geçiyor, doğa ile bağlantılı hale getiriyor. Şimdi mülteciyle turisti, sokakta yaşayanlarla apartmanda yaşayanları birleştiriyor. Son 15 yılda sosyal gastronomi alanında çalışıyorum. Bu alanın insanların birbirini daha iyi anlamasına yol açtığını gördüm. Yaşamak için yemek yapıyoruz evet ama diğer taraftan sosyal birer müteşebbis olarak bu tarz sorunları hafifletebiliriz diye düşünüyorum.
Mardin’den globale ulaşan yerel bir hikâye
Sosyal Gastronomi alanında Türkiye’yi temsil eden Sosyal Girişimci Şef Ebru Baybara Demir ise ‘Mardin’de neler oluyor?’ konuşmasında, dezavantajlı gruplarla Mardin’de hayatlarını iyileştirerek global ölçekte sorunlara çözüm bulmak için projeler ürettiklerini söyledi. “Bu projeler dünyanın başka yerlerinde de model olarak alınarak uygulanmaya başlandı” diyen Demir, “20’li yaşlarda Mardin’e döndüm. Bu bir şehrin ve benimle birlikte 21 kadının hayatını değiştirdi. Kurduğumuz proje ile gastronominin dönüştürücü gücünü gösterdik.
1 saat ötemizde savaşın olduğu bir yerde, 2018 yılında Mardin’i ziyaret eden turist sayısı 1,3 milyona, yatak kapasitesi ise 15.800’e ulaştı. Aslında gastronomiyle başlayan değişim sayesinde turizm, şehrin ekonomisinin önemli dinamiklerinden bir tanesi oldu. Biz sadece restoran değiliz. Sadece yeni lezzetler ve tatlar ikram eden değil; kadınları özgürleştiren, kültürel değerleri üretimle birleştiren bir yer sadece restoran olamazdı” dedi.
“Türk mutfağının tanıtıma ihtiyacı var”
‘Devlet Markalaşmasında Gastrodiplomasinin Yeri’ başlıklı konuşmasıyla sahne alan Levantine Public Diplomacy Executive Direktörü Paul Rockower ise kültürel diplomasi alanında dünyanın dört bir yanında uygulama yürüttüklerini kaydetti. Rockower, “Türkiye’nin mutfak sanatları alanında kültürel diplomasiye ağırlık vermesi, ABD’nin kuzeyinde ve merkezinde tanıtılması gerekiyor. Keza Çin ve Güneydoğu Asya’da da Türk mutfağının tanıtılmaya ihtiyacı var. Türkiye’nin potansiyeli muazzam ve bu muazzamlık tanıtılmayı hak ediyor” diye konuştu.
“Turkish Coffee Lady”
Gastrodiplomasi kavramının Türkiye’deki öncüsü Gönüllü Girişimci Gizem Şalcıgil White ‘Kahve Diplomasisinin 40 yıllık Hatırı’ oturumunda hayata geçirdiği Turkish Coffee Truck projesine ilişkin bilgiler aktardı. Şalcıgil White, “Bu tanıtımı yaklaşık 10 senedir yurt dışında gönüllü olarak yapıyorum ve takipçilerim bana bu ismi taktı: Turkish Coffee Lady. Ülke markalaştırma; uluslararası alanda ekonomik değer oluşturmayı, yurt dışından yatırım çekebilmeyi, Türkiye’ye katkıda bulunacak adımlar atmayı ve kültürel değer oluşturmayı ifade ediyor. Google, IKEA, Samsung gibi markalar bu işi yapıyor. Birçok markadan daha değerli kültürel değerimiz var: Türk Kahvesi” dedi.
“Anadolu mutfağının tanıtılmaya ihtiyacı var”
Globaldit Stratejik Direktörü Laura Fandos ise ‘Meksika’da Kamu ve Geleneksel Şeflerin İş Birliği’ oturumunda, Gastronomide bir yerin destinasyona dönüşmesine tek başına teşviklerin, birbirinden kopuk projelerin yeterli olmayacağını söyledi. Fandos, “Altyapı ve planlama ile ilerleyip, liderlik ederek yürümeliyiz. Devlet ve belediyelerin, merkez hükümetin bu konuyu sahiplenmesi çok önemli. İstanbul Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı. O kadar çok lokanta, restoran var ki üst segmente gastronomiyi bu şehirde bulabilirsiniz. Ancak İstanbul dışında Anadolu’nun da tanıtıma ihtiyacı var. İnsanlar Türkiye’ye geldiğinde servis ve kalite anlamında seçici davranıyor. Bu beklentiyi karşılamalısınız. Böylece ulusal bir konumlama ve iyi bir iletişimle atılım yapabilirsiniz” diye konuştu.
“Turizm’de deneyimden dönüşüme geçiş başladı”
‘Yeni Turizm Ürünlerinin Yaratılması ve Ticarileştirilmesi’ni gündeme taşıyan Emotourismo Direktörü David Mora da, turizmin dinamik bir sektör olduğunu, bugün herkesin bir noktada, deneyimde buluştuğunu kaydetti. Mora, şöyle devam etti:
“Herkes bir şeyler deneyimlemek istiyor. Bu deneyimin de duygular yaşatmasını istiyor. Artık deneyimden çok dönüşüm ön plana çıkıyor. Yeni jenerasyona bakınca deneyim peşinde olduklarını görebilirsiniz ancak farklı şeyler de istiyorlar. Yeni kuşaklar için hizmet ve ürün pazarlama dönüşümünü sunmalıyız. Yeni jenerasyonun istediği şeyleri yapmalıyız. Biz buna dönüşümsel seyahat diyoruz. İnsanları dönüştürüp daha güçlü hale getiren ve büyük küçük etki yapan her şey dönüşümsel seyahatin içine giriyor. Örneğin Türkiye’de 10 gün geçirip ülkelerine dönenler bu deneyimi aktarıyor. İşte bu insanları dönüştürüyor ve dönüşümsel seyahatin adımları atılıyor. Yiyecek de bu dönüşüme ortaklık ediyor.”
“Türkiye’de aç kalan Çinli bir daha gelmez”
Moderasyonunu Arzum Yönetim Kurulu Başkanı Murat Kolbaşı’nın üstlendiği ‘1.4 Milyarlık Pastadan Kaç Dilim İstersiniz?’ oturumunun konuşmacısı Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Shi Ruilin, 10 yıldır Türkiye’de yaşadığını ve Çin mutfağını tanıtmak için çok çalıştıklarını belirterek, şunları söyledi:
“Bugün bir Çinli’nin midesi yani ‘chinese sotamch’ kavramını anlatmak istiyorum. Bir Çinli, Çin’de dünyaya geldiyse, öyle bir damak tadına sahip oluyor ki ömür boyu sürüyor. Türk mutfağından yemekleri öğreniyorum ama yine de aç kalıyorum. Çünkü damak tadımı değiştiremiyorum. İletişimde de aynı şey söz konusu. Karşıdaki insanın yerine koyarak düşünmek değil, hissetmek gerek. 10 saatlik uçuş sonrasında Türkiye’ye geliyorlar. Aç kalırsa, nasıl tekrar dönebilir? Dolayısıyla bir Çinli’nin Türkiye’ye tekrar tekrar gelebilmesi için yemek oldukça önemli.
Çinliler geldiğinde evet bizim yerimize konaklamayı sağlıyorsunuz, en güzel yemeği sunuyorsunuz. Beyti kebabı, içli köfte, mercimek köftesi bütün güzel yemekleri sunuyorsunuz. Misafirperverliğinizden her Çinli turist çok etkilendiğini söyler. Ama aç kaldığında yani damak tadını yakalayamadığınızda söylemezler. Sizin için çözüm ne olabilir diye düşündüm. Türk geleneksel mutfağında Çin yemeklerinden birebir aynı olanlar neler? Geçen hafta bir sürü yemek öğrendim. Lahana sarması yaptım ve zevkle yediler. Geleneksel Türk mutfağını öğrenebilirsem, sizin aşçılarınız kısa sürede eğitim alıp harika bir Çin yemeği yapabilirler.”
Swissôtel The Bosphorus Genel Müdürü Uğur Talayhan ise “Bizler Pekin Büyükelçimizin söylediği gibi Uzakdoğu’dan uzağı çıkarıyoruz. Çin başlı başına 1,4 milyarlık nüfusu ile kocaman bir pasta. 140 milyon Çinli her sene ülkesinden başka bir ülkeye uçuyor. Baktığınızda 140 milyon dilimin sadece binde 3’ünü alabiliyoruz. 2019’da Türkiye’ye gelen Çinli turist pastasını artırmalıyız. 3 çok önemli bölge ve şehirleri var. Hızla ekonomileri gelişiyor. En lüks markalar en çok tüketim Çin içerisinde oluyor” ifadelerini kullandı.
“Türkiye’de bir rüya kurdum, gerçeğe dönüştü”
d.REAM CEO’su Umut Özkanca ise Türkiye’den dünyaya açılan örneği ‘Bir Rüya’ ile zirve sahnesindeydi. “Hayatı mutfaklarda öğrendim. Yurt dışında okudum ve değişik ülkelerde yaşadım. Ya finansta devam edecektim ya da aile mesleği olan restorancılığı seçecektim” diyen Özkanca, “Restorancılığı seçip Amerika’ya taşındım. Rüyamın kökleri orada başladı. ‘Nobu’ diye bir restorana gittim; suşi çıktı önüme, ne olduğunu bilmiyorum. Sonra Tao diye bir Çin restoranı açıldı.
Sonra baktım Anadolu’nun yemekleri ki her şeyi farklı, bu yemekler doğru yapıldığında en iyi İtalyan restoranından da Japon restoranından da lezzetli yemekler. Bizim mutfağımız en geniş mutfaklardan biri ama yurt dışı algısı zayıf. Sonra restoranımızı kurduk. İlk şube 2,5 sene önce Dubai’de açıldı. İrlandalı, tasarımcı İngiliz, tatlı şefi Kanadalı ve projenin sahibi de Trabzonlu ben. İlk etapta çok zorlandık. Dubai zor bir pazar. Ortadoğu’nun en iyi restoranı seçildi. Amacım; mutfak ve kültürü yurt dışına taşımak” dedi.
Turquality destekleri
“Yükselen Değer Restoran İhracatına Turquality Desteği” oturumunun moderatörü BIG CHEFS Cafe & Brasserie Yönetim Kurulu Başkanı Gamze Cizreli, “Brand Finance Global 500 raporu… Starbucks’ın marka değerini gördüm: 24 bin lokasyonla 34,5 milyar dolar… Bizim ilk 100 markamızın toplam değeri ise 27,5 milyar dolarlarda. İşte bu yüzden marka ihracatını artırmalıyız. Turquality markalarımız için en önemli konuların başında geliyor.” ifadelerini kullandı.
Oturumda Ticaret Bakanlığı Serbest Bölgeler Yurt Dışı Yatırım ve Hizmetler Genel Müdür Yardımcısı Emel Emirlioğlu, Doğuş Holding Vergi, Mali İşler ve Finansal Raporlama Bölüm Başkanı Akın Tavuz, Öztiryakiler Yönetim Kurulu Başkan Vekili Tahsin Öztiryaki ve Bay Döner Yönetim Kurulu Başkanı Levent Yılmaz görüşlerini paylaştı.
Şeflerin dörtte biri tacizden şikayetçi!
Zirvenin öğleden sonraki bölümü, UFS Dünya Pazarlama Başkan Yardımcısı Şükrü Dinçer’in ‘Fair Kitchens Adil Mutfak Hareketi’ başlıklı konuşmasıyla başladı. Dünyada 75 ülkede, yaklaşık 2,5 milyon restorana profesyonel gıda anlamında destek olduklarını belirten Dinçer, şöyle devam etti:
“Amacımız; anlamlı ve amaca hizmet eden gıda ve içecek işini otaya çıkarmak. Adil Mutfak Hareketi’ni başlattık. Sektöre pozitif bir katkıyı ortaya çıkarmak için paydaşları, çalışanları bu harekete dahil ettik. Bir amaca hizmet eden markaların daha da hızlı büyüdüğüne inanıyoruz.
Kalifiye eleman bulmak, bunu elde tutmak ve daha da önemlisi mutfak içerisinde bunların gelişimine yönelik anlayışı ortaya koymak önemli. Bir araştırma yaptırdık İngiltere, ABD, Çin, Endonezya ve Brezilya’da. Yaklaşık bin şefle konuştuk. %53’ü mutfakta olduğunu ve duygusal olarak kırılma noktasına geldiğini söylüyor. Uykusuz ve tükenmiş olduğunu hissedenlerin oranı %74… %63 ise depresyonda ve duygusal olarak düşüşte olduğunu söylüyor. Sonuçta ise kendine zaman ayrılmadığı, terfi imkanlarının kısıtlı olduğunu hissediyorlar.
Doğal olarak da ya sektörden uzaklaşıyor ya da başka yere gidiyor. Bizi en çok etkileyen bulgulardan biri yaklaşık 4’te 1’i fiziksel ya da sözlü olarak tacize maruz kaldığını net olarak dile getiriyor. Buradan şu sonuç çıkıyor; sektörümüzün daha cazip ve çalışılmak istenen bir yer olması, daha kaliteli insanları davet edebilmemiz açısından kaliteli insanların bu mesleği seçmesi gerekiyor.”
“Mutfağımızın gastronomik bir kimliği yok”
Sunucu Cem Seymen’in moderasyonunu üstlendiği ‘Türk Mutfağı ve Değerlerine Sahip Çıkmak, Bir Şirketin Nasıl Amacı Haline Geldi?’ oturumunda Gastronometro Direktörü Maximillian Thomae ve Metro Türkiye Gıda Kategori Grup Müdürü Esra Özerkan yer aldı.
Amaçlarının Türk mutfağının değerlerine sahip çıkmak olduğunu belirten Thomae, “Şirketimizin amacı Türk şeflerin gelişimine destek olmak. Türkiye genç bir ülke ve gelecek için çok önemli bir unsur bu… Bu bakımdan Türk mutfağını çok iyi bir gelecek bekliyor” dedi.
Metro olarak Türk mutfağı adına da değer ürettiklerini belirten Esra Özerkan da, “Mutfağımızı toplumla buluşturduk. Mutfağımızın bir gastronomik bir kimliği yok. Biz var olduğunu iddia etsek de sonuç olarak kebap biliniyor. Benzersiz ve farklı bir deneyim yaşatarak insanları çekmeli ve mutfağımızı tanıtmalıyız. Gastronomik kimlik için gastronomi ile ilgili bir hikâye yazıp bunu tüm dünyaya tanıtmalıyız. Aksi takdirde deniz, kum, güneş ile bir yere varamıyoruz. Gastronomiye dahil olan çok fazla faktör var; din, iklim, farklı kültürler… Her bakımdan inanılmaz şanslıyız ve bunu gerçekten kullanalım istiyoruz” diye konuştu.
“Türkiye’de en önemli markalaşma problemi dünya markasıyız diye yola çıkmak”
Gazeteci Şirin Payzın’ın moderatörlüğünde ‘Turizm, Tarım ve İhracatı Buluşturan Bağ: Şarap’ konulu panelde Kavaklıdere Yönetim Kurulu Başkanı Ali Başman, Doluca Yönetim Kurulu Üyesi Sibel Kutman, MEY Genel Müdürü Levent Kömür konuşmacı olarak yer aldı.
Türkiye’de dünya markası olmadan dünyada Türkiye markasının olmayacağını ifade eden Kömür, “Türkiye’de en önemli markalaşma problemi dünya markasıyız diye yola çıkmak. Önce burada dünya markası olmalıyız. Böyle bir ortamda bu çağda cesur insanın çıkması mucizevi bir şey. Neyi kaçırıyoruz peki? Bulgaristan Yunanistan, Gürcistan… Hepsi bizden daha çok şarap ihraç ediyor. Şili’nin yıllık şarap ihracatı 1 milyar dolar. Bizimki ise 10 milyon dolar.
Birincisi Türkiye’de şarap üreticilerinin yazdığı detayı anlatmak istiyorum. Türkiye’de şarap Rönesans’ı diyorum ben ona. Çok artılarımız olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Anadolu mutfağı ile inanılmaz uyumlu üzüm ve şarap geçmişimiz var. 15-20 senedir inanılmaz bir geriye dönüş var, küllerden doğma var. ‘Ne yapılmalıyız?’ derseniz, Türk şaraplarının sınıflandırma sisteminin getirilmesi gerekiyor. İkincisi, bağ turizmi… Bağ turisti 20 katı para harcıyor 5 yıldızlı otele göre… Üçüncüsü ise yerli üzümlerin hikayelerini anlatılması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
“Bugünün inovasyonu yarının geleneği olacak”
İstanbul Yiyecek İçecek Grubu Kurucu Ortağı Mehmet Gürs de, ‘Yeni Gelenekler’ başlıklı sunumunda, şunları söyledi:
“Gelenek küllere tapmak değil, ateşi korumaktır derler. Uzun zamandır bunun üzerine çalışıyoruz. Geleneğin tanımı: öteden beri yapılagelen alışkanlıklar. Gelenekler, alışkanlıklar, yemekler hep var mıydı? Binlerce yıldır böyle yapıyor atalarımız yapıyor diyoruz. Bir şekilde bu devam edip bugünün geleneği olmuş. Bugünün inovasyonu da yarının geleneği olacak. Ama hiçbir şey statik değil. Kültür de böyle; değişken bir canlı gibi… Geçmişini hikayesinin yarına kadar yaşayabilmesi için çağa ayak uydurabiliyor muyuz her şeyden önce bunun cevabını vermemiz lazım.”