* Yarım kg. Taze tuzsuz peynir (veya suyu süzülmüş süt kesiği)
Çatalla ezilmiş peynir veya süt kesiği hafif ateşte karıştırarak eritilir.
Un bir tencerede ve hafif ateşte karıştırarak çok açık pembe kavrulur.
Erimiş peynire, kavrulmuş un, şeker ilave edilip karıştıra karıştıra yağı çıkıncaya kadar pişirilir.
Ateşten alınıp 10 dakika kadar kapak kapalı olarak dinlendirilir.
Dilimlenerek tabağa alınır.
Türklerin eskiden tatlı yemeyi sevmediği, hatta erkeklerin tatlı yemesinin ayıp sayıldığı çeşitli kaynaklarda geçmektedir. İbni Battûta’nın naklettiğine göre, “Beni öldürsen de yemem” diyecek kadar tatlılara tepki duyan Türkler, ancak Müslümanlıkla birlikte balın, pekmezin, hatta giderek şekerin önemli tüketicilerinden olurlar.
11. yüzyıl kaynaklarından Divân-ı Lügâti’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmut, uwa, kagut gibi tatlılardan söz eder, ama bu sözlüğün genelindeki yemek isimlerine göre çok kısıtlı bir yer tutmaktadır.
Lügât’te kagut: Kavut, darıdan yapılan bir yemektir. Bu, şu suretle yapılır: Darı kaynatılır, kurutulur, sonra dövülür, un gibi inceltilir, yağla ve şekerle karıştırılır, böylelikle yeni doğurmuş olan kadınlara verilen bir yemek olur.
Lügât’te uwa:
Bir yemek adıdır, şu surette yapılır: Pirinç pişirildikten sonra soğuk suya konur; sonra suyu süzülerek içerisine şeker atılır, soğukluk olmak üzere yenir.
Lügât’te bekmes:
Pekmezin bu dönemde kavutla birlikte kullanıldığını şu beyitte görmekteyiz:
“Olgum ögüt algıl biligsizlig kiter
Talkan kiming bolsa agnar pekmes katar.”
(Oğlum öğüt al, bilgisizliği gider; kimin kavutu varsa ona pekmez katar)
Lügât’te bal:
Bal sözcüğü Suvarlar, Kıpçak ve Oğuz dillerinde kullanılmaktadır. Öbür Türkler buna “arı yagı” derler. Şu beyitte dahi gelmiştir:
“Bardı sanga yek otru tutup bal,
Barçın kedhiben talu yuwga bolup kal”
(Şeytan bal tutarak sana vardı, ipek elbise giydirdi. Artık sen yufka akıllı oldun, deli olarak kaldın.)
14. yüzyılın önemli seyyahı Tancalı İbn Batuta Kıpçak Türklerinin tatlı kültüründen şöyle bahseder:
“Tatlı yemek onların nezdinde ayıp karşılanır! Ramazan ayı içinde Sultan Uzbek’in huzurunda bulunuyordum. O gece arkadaşlarımın yaptıkları tatlıdan bir tabak sundum sultana. Sultan sadece parmağıyla dokunup tatmakla yetindi, bir daha elini sürmedi.”
Fakat seyyah bir başka yolculuğunda, Hindistan’ın Türk kökenli hükümdarı Gıyâseddin Tuğlukşah’ın sofrasında bol bol tatlı şerbetler içildiğini, hükümdarın helva ve kadı lokmasını beğenerek yediğini de görüp kaydeder.