Tarihsel Süreç İçerisinde Yeme ve İçme Kültürünün Evrimi - Bölüm : 02
Hızlı hazır yemek sisteminde en çok tüketilen hazır yemekler şöyle sıralanabilir:
- Hamburger tipleri (peynirli burger, büyük burger)
- Kızarmış patates
- Kızarmış parça tavuk (but, göğüs, kanat)
- Kızarmış balık filetosu
- Sebze burger
- Pizza ve çeşitleri
- Kızarmış elma tatlısı
- Dondurma ve çikolatalı sütlü içecekler (milk- shake vs.)
A) Hızlı Hazır Yemek Sisteminin Evrensel Simgesi: Hamburger
Hızlı hazır yiyecek denildiğinde akla ilk gelen ürün hamburger olmaktadır. Hamburgerin geçmişine ilişkin farklı yaklaşımlar vardır. Tuncel (2000), hamburgerin atası sayılabilecek ilk sandviçin, ortaçağ Rusya’sında yapıldığını yazmaktadır.
Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) 42'nci kuruluş yıldönümü dolayısıyla yayımlanan Planlama dergisi özel sayısında, Türkiye’de kayıt dışı ekonominin kayıtlı ekonomiye oranının 2001 yılında yüzde 66.2'ye ulaştığı belirtilmektedir. Öte yandan Devlet Planlama Müsteşarlığı, Kayıtdışı Ekonomi Özel İhtisas Komisyonu 2001 yılı Raporu’na göre Nisan 1999 Hanehalkı İşgücü Anketi sonuçlarına itibarıyla, Türkiye genelinde kişinin referans döneminde çalıştığı işyerindeki kayıtlılık durumunu gösteren veriler, hizmetler sektöründe istihdam edilenlerin yüzde 22’sinin herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kayıtlı olmadan çalıştığını göstermektedir.
Tuncel’e göre, XIII. yüzyılda Rusya’yı ve Doğu Avrupa’yı fetheden göçebe Tatarlar, burada yaşayan insanlara en hızlı hazırlanan yiyeceği, “parçalanmış sığır eti”ni tanıtmışlardır. Baltık halkı da bu hızlı yemeği, tuz, biber ve soğan suyu ekleyerek, çeşnilendirmiş ve farklı bir lezzet yaratmıştır. Daha sonra bu sandviç, Tatar Bifteği olarak adlandırılmıştır.
Bundan tam 500 yıl sonra Baltıkları ziyaret eden Alman denizcileri, Baltık damak zevkini ve bu arada Tatar bifteğini keşfetmişler ve bunu geliştirerek, bütün Alman sahil şehirlerine tanıtmışlardır. Daha sonra Alman aşçıları bu yemeği çeşitli formlarda ve karışımlarda hazırlamaya başlamış ve bunu köfte halinde yassı yuvarlak bir biçime sokarak, ince kesilmiş soğanla servis etmişlerdir. Aşçılar buna kimi zaman da yumurta ilave etmişler ve “Hamburger Usulü Köfte” adını vermişlerdir(Tuncel, 2000).
Alman denizcilerinin ve göçmenlerinin, hamburger usulü köfteyi New York limanında kıyı boyunca satmaya başlamasıyla birlikte, Amerika’da 100 yıldan daha az bir sürede hamburger usulü köfte tanınır hale gelmiştir. Hamburger usulü köfte ilk defa, 1834 yılında New York’un ünlü restoranlarından biri olan Delmonico’s restoranın menüsüne girmiş ve 10 sent’ten satılmaya başlamıştır.
Langdon’a göre ise, hamburgeri daha çekici hale getiren ilk lokanta işletmecisi Walter Anderson olmuştur. 1916’da eti düzgünleştirip yassı köfte haline getiren Anderson, sokak arabasını kullanarak ilk dükkânını açmış, işini giderek büyütmey
Hamburgerin hikayesi için bakınız: David Belmen, “The Hamburger Holds its Ground”, Restaurants USA Magazine: 45-47 (Mayıs 1996), s.45 başlamıştır. 1920 yılında Anderson tarafından açılan “White Castle”, menüsü ve tasarımıyla Amerika’nın birçok yerinde örnek gösterilen restoranlardan birisi haline gelmiştir. “White Castle” tarafından popüler hale getirilen hamburger ise zamanla, sistematik üretime uygun olduğu, hızlı pişip kolayca paketlenebildiği ve rahatça taşınıp ayaküstü tüketilebildiği için, birçok zincir restoranın menü seçiminde ilk sırada yer almaya başlamıştır (Dursun, 1999). XX. yüzyıl ortalarına bu şekilde gelen hamburger, Amerika’da özellikle göçmenler ve otomotiv sanayi işçileri arasında çok tüketilen ve kabul gören bir yiyecek olmuştur (Tuncel, 2000).
Bu yaklaşımlarda, etin kıyılarak, kıyılmış etin de köfte yapılarak kullanılmasının ilk kez hamburger ile birlikte başladığı görüşü ağır basmaktadır. Ancak hamburgerin oluşumu konusunda bu yaklaşımlardan farklı olarak, etin öncelikle köfte yapılarak kullanıldığı, köfte kültürünün geliştiği de ileri sürülebilir. Bu konunun daha somut hale getirilebilmesi, kıyma makinesinin bulunması, etin kıyılması ve köfte kültürünün gelişmesi gibi konuların araştırılması ile mümkün olabilir.
Hızlı hazır restoranların açılmasında, otomobil sektöründe yaşanan gelişmelerin de önemli payı vardır. Otomobillerle birlikte hareket imkânı artmış, daha sık seyahate çıkılmaya başlanmıştır. Seyahat eden insanların yiyecek ihtiyaçlarını karşılamak için çok sayıda büfe açılmıştır. Ancak, yol üzerinde açılan büfelerin ve kafelerin sunduğu yiyeceklerin pek güvenilir bulunmaması; tanıdık bir fiyatla tanıdık bir yemek sunmak isteyen girişimcileri harekete geçirmiş ve bunun
sonucunda da hızlı hazır yemek sistemiyle çalışan zincir restoranlar oluşmaya başlamıştır (Dursun,1999).
Bugün hızlı hazır yemek ve hamburger denildiğinde akla ilk olarak McDonald’s gelir. Hızlı hazır yemek sisteminin gelişmesinde ve hamburgerin dünyaya yayılmasında, Mc Donald’s’ın rolü yadsınamaz. McDonald’s’ın hikâyesi, hızlı hazır restoran işletmeciliğinin boyutlarını göstermek açısından önemlidir:
“İlk McDonald's restoranı, 1940 yılında Dick ve Mac McDonald tarafından California San Bernardino'da açıldı. O zamanın modasına uygun olarak, "arabaya servis restoranı" (drive in restaurant) olarak çalışmaya başlayan bu restoran uzun süre başarısını devam ettirdi. 1948'lere gelindiğinde, McDonald's kardeşlerin artan rekabetle başa çıkabilmek için geliştirdikleri sistem, dünyanın en büyük "hızlı servis restoranı" zincirinin de doğmasına yol açtı. McDonald's kardeşler, kağıt bardak ve peçeteler ile servis yapmaya başlayıp, sundukları zengin menüyü hamburger, cheeseburger, patates kızartması, içecek ve tatlı ile kısıtladılar ve hamburgerin fiyatını yarı yarıya düşürdüler. Mutfak düzeni, az sayıda eleman ile verimli çalışma anlayışı çerçevesinde yeniden oluşturuldu. Bunun yanı sıra, arabayla servis yerine, self-servis ve paket servise başlandı. Böylece McDonald’s, artık sadece gençlerin değil, çocuklu ailelerin de uğrak yeri oldu. Kısa zamanda bu düzen ile yüksek cirolara ulaşıldı.”
“Bu düzen ile çalışan restoran sisteminde potansiyel gören ve kendisi bir milk-shake makinası satıcısı olan Ray Kroc, McDonald's'ın ismini kullanma hakkını aldı. Illinois'da kendi restoranını açarak ilk McDonald's işletmecisi ünvanını alan Ray Kroc, McDonald’s kardeşlerin kurduğu sistemin ana yapısını korudu ve bu yapıya halen McDonald's'ın kurumsal politikasının çekirdeğini oluşturan "Kalite-Servis-Temizlik" ilkelerini ekledi. Zaman içerisinde Ray Kroc, Amerika Birleşik Devletleri'nin dört bir köşesine yayılan bir zincir yarattı. 1961 yılında ise McDonald's'ın tüm isim haklarını satın alarak, o zaman pek çok kişinin hayal olarak kabul ettiği hedeflerini gerçekleştirmeye yöneldi. Ray Kroc, restoran sayısının artması sonucunda bu zinciri tek başına yürütmektense, kendisinden başka girişimcilere belirli koşullar çerçevesinde markasını kullanma hakkı vererek, zincirin daha çok genişlemesine imkan tanıyan bir sisteme oturtmayı tercih etti.”
“1965 yılında McDonald's halka açıldı ve 1966'da McDonald's hisseleri, New York Borsası'nda işlem görmeye başladı. Bu, artık McDonald's'ın ülke çapında büyük bir şirket, daha önceki yıllarda önemsenmeyen hızlı servis restorancılığının ise büyük bir iş kolu olduğu anlamına geliyordu. 1970'li yıllarda McDonald's kendini ABD dışına taşıyıp uluslararası bir şirket kimliği kazandı. 1975 yılında Arizona, Sierra Vista’daki McDonald's restoranında arabaya servisin farklı bir versiyonu (drive thru) uygulanmaya başlandı. Restorandan açılan bir pencere ile doğrudan arabaya servis yapılarak müşterilerin araçlarından
inmeden siparişlerini kısa sürede alabilecekleri bir sistem kuruldu. Bu yöntem sayesinde satışlar yüzde 28 oranında artınca, bu parlak fikir başka McDonald’s restoranlarında da uygulanmaya başladı.”
“1980'lere gelindiğinde McDonald's, dünyanın en büyük şirketleri arasında yer alıyor ve hisse senetleri New York'un yanı sıra Tokyo, Paris, Münih, Frankfurt ve Toronto gibi önemli ticaret merkezlerinin borsalarında da işlem görüyordu. Bu arada McChiken tavuklu sandviç piyasaya çıktı. McDonald’s Amerika’nın iki numaralı tavuk ürünleri satıcısı haline geldi. 1990'ların başında McDonald's, Rusya ve Çin gibi özel bir konuma ve farklı koşullara sahip iki pazara daha girerek, "dünya markası" olduğunu bir kez daha gösterdi.”
Kısaca sistem, ilk olarak “drive in” (arabaya servis) olarak başlamıştır. “Drive in” restoranlar seyahat eden kişiler için geliştirilmiştir. Annenin çalışma hayatına girmesi, iş yaşamının yoğunlaşması, çalışanların kısa öğle tatilleri sırasında beslenme ihtiyaçlarını en hızlı şekilde gidermek durumunda oluşları gibi nedenler, insanların ev dışında yemek yeme oranını ve ayaküstü yiyeceklerin tüketimini yükseltmiştir. Zamanla “drive in” restoranlar şehir içinde de açılmaya başlamıştır (Özgen, 1998).
ABD’deki hızlı hazır yemek sektöründe artan rekabet, büyük zincirlerin büyümeye devam edebilmesi için yabancı pazarlara yönelmesini gerektirmiştir. McDonald’s, yabancı pazarları fethetme düşüncesini bir “küreselleşme projesi” olarak görmektedir. Bu amaçla her gün ortalama beş yeni restoran açan
McDonald’s’ın, 120’den fazla ülkede yaklaşık 17.000 restoranı vardır, dolayısıyla McDonald’s, kârlarının çoğunu ABD dışında elde etmektedir (Schlosser, 2004: 244). Bölgesel, ulusal veya uluslararası zincir şeklinde organize olan McDonald’s’ın dünyaya yayılması franchising yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada Franchising karşılığı olarak “imtiyaz hakkı” kavramının kullanılması uygun bulunmuştur. Bunun nedeni, üretilip piyasaya sunularak marka haline getirilen ticari metanın başka ülkelerde o ülke girişimcileri tarafından, uyulması zorunlu olan
Franchisage: (ticaret yada sanayide) lisans kullanma hakkı vermek. Bkz. Saraç, Tahsin, Grand Dictionnaire Français-Turc,Adam yayınları,2002
Franchising: (bir şirketin/imalatçının satıcıya belirli bir bölge için tanıdığı) imtiyaz, özel izin, satış hakkı/yetkisi, acentelik, özel pazarlama hakkı. Bkz. Atalay, Hamit, İngilizce-Türkçe Sözcük,Türk Dil Kurumu Yayınları, 1999
İmtiyaz Hakkını (franchising) genel anlamda “hak sahibine verilen para karşılığında, belirli sınai hakları ticari alanda kullanma izni” olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’de yeni yaygınlaşmaya başlayan imtiyaz hakkı sistemini dünyaya tanıtanlar, Amerika Birleşik Devletleri kökenli şirketlerdir. 1863 yılında Singer Dikiş Makinaları ile temelleri oluşmaya başlayan sistem, General Motors, Coca-Cola ve çeşitli benzin istasyonları zincirleriyle birlikte önce ABD’ye sonra da Avrupa’ya yayılmaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa bu konuda oldukça yoğun gelişmeler yaşamış ve nihayet 1980’den itibaren imtiyaz hakkı sistemi, Türkiye’de de uygulanmaya başlanmıştır.
İmtiyaz hakkı sisteminin merkezinde, marka, patent, know-how gibi maddi ve gayri maddi mallara sahip olan ve üretim, pazarlama ve dağıtım konusundaki esasları düzenleyen, bunlar arasında uyumu sağlayan ve en önemlisi yatırımcının yeni gireceği alanda bilgi birikimine sahip olan “imtiyaz veren” bulunur. İmtiyaz veren tarafından getirilen düzenleme ve kurallara uyarak, belirli bir coğrafi bölgelde veya herhangi bir coğrafi alan belirlenmeksizin, kendi ad ve hesabına faaliyette bulunan, işletmelere ise “imtiyaz alan” denir.
İmtiyaz alan imtiyaz verene iki tür ödeme yapmaktadır. Sisteme dahil olabilmek için ödenen bedel, “giriş bedeli” (franchise fee) olarak adlandırılan ödemedir ve sadece bir kez sözleşmenin başlangıcında ödenir. İkinci ödeme ise periyodik olarak sözleşme süresince, yapılan ve genelde aylık olarak ödenen, işletmenin aylık cirosunun belirli bir yüzdesinden oluşan ödemedir. Bu ödeme için genel olarak kullanılan Türkçe terim ise “lisans bedeli“dir (royalty payment) .
Günümüzde Amerika Birleşik Devletlerin’de bu sistem içinde çalışan yaklaşık 60 iş kolu bulunmaktadır. İmtiyaz hakkı sisteminin ülkemizde de gelişmesine paralel olarak pazara hem yeni iş kolları eklenmekte hem de istihdam artmaktadır.
Türkiye’de de hızla önemli bir yer teşkil etmeye başlayan imtiyaz hakkı konusundaki hukuki düzenlemeler mevcut genel kanunlar çerçevesinde yürütülmekteyken, 1994 tarihli “Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanun” ve bu kanun uyarınca 1998 yılında Rekabet Kurulu tarafından çıkarılan “Franchise Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği”ile daha sağlıklı şekilde uygulama imkanına kavuşmuştur.
şartlara uygun olarak, üretilip tüketime sunulabilmesi için verilen hakkın bir imtiyaz sözleşmesi ile devredilmesidir.
İmtiyaz hakkı yöntemiyle çalışan ve hızlı hazır yemek alanında dünyaca tanınan yiyecek firmaları arasında Mc Donald’s dışında, Pizza Hut, Subway, Kentucky Fried Chicken, Burger King ve Starbucks sayılabilir. İmtiyaz hakkı veren firma, ürün ve bu ürünün tüketiciye sunum ve satışına ilişkin bilgi birikimini, en önemlisi de, zaman içerisinde sağlamlaştırdığı markası beraberinde bir müşteri kitlesini imtiyaz hakkını alana sunar. Örneğin yukarıda belirtilen küresel hızlı hazır restoranlar yerel bir yatırımcıya imtiyaz hakkı verdiklerinde, yerel yatırımcının işe başlarken, markayı veya yemeğini tanıtma gibi bir derdi olmayacaktır; çünkü marka, hemen her yerde kendi müşterilerini oluşturmuştur.
Dünyaca tanınan bir firmadan imtiyaz hakkı alan bir restoran, imtiyaz hakkının sağladığı tüm bu avantajlar yanında, önemli yükümlülüklerle de karşı karşıyadır. İmtiyaz hakkını alan restoran işletmecisinden, imtiyaz hakkı veren yabancı (günümüzde birçok örnekte “çok uluslu”) firmaya doğru sürekli şekilde bir kaynak aktarımı olacaktır. Başlangıçta ödenen giriş bedeli dışında restoran işletmecisi, cirosunun önceden belirlenmiş belli bir oranında imtiyaz hakkı veren firmaya periyodik olarak ödeme yapmak zorundadır. Bunun anlamı, o restoranda satılan her yiyecekten alınan ücretin bir bölümünün imtiyaz hakkı veren firmaya (ülke dışına) aktarılmasıdır
Ülke dışına ciddi bir kynak aktarımı söz konusu olduğu halde bu ürünlerin çok ucuza satıldıkları sürekli vurgulanmaktadır. Hızlı hazır yiyeceklerin ucuz oldukları savının yerinde olmadığı, ciddi olarak incelendiğinde esasen maliyetlerinin çok düşük olduğu, 3-4 YTL gibi fiyatlarla satılan bir hamburgerin kâr oranının yurt dışına transfer edilen kaynağı da içerecek kadar yüksek olduğu Restoran sahibi malzeme tedariğinde de belli kurallarla sınırlanmıştır. Malzemeyi istediği yerden ve istediği şekilde alamayacak, daha maliyetli olsa bile imtiyaz hakkı veren firmanın kullanılmasını istediği malzemeleri, onun gösterdiği tedarikçilerden almak zorunda kalmaktadır.
Örneğin restoran işletmecisi hamburger köftesi yapımında kullanacağı eti, başka yerde daha kaliteli ve daha ucuza bulsa bile imtiyaz hakkı veren firmanın işaret ettiği yerden sağlamak durumundadır. Yemeğin üretiminde de aynı kısıtlamalar söz konusudur. İmtiyaz hakkı veren firmanın küresel karar alıcılarının önceden belirledikleri dışında hiçbir yemek, o çevrede ne kadar talep edilirse edilsin, restoranda üretilemeyecektir. İmtiyaz hakkına dayalı bu sistemde yerel yaratıcılığa izin yoktur; damak tadının restoran işletmecisi tarafından çeşitlendirilmesi söz konusu bile değildir. Hızlı hazır yemek sektörünün ideolojik değerleri, endüstriyel uygulamaları, imtiyaz hakkı yoluyla dünyanın dört bir köşesine satılmakta ve böylelikle homojenleştirilmiş bir uluslararası kültürün yaratılmaya çalışılmaktadır.
McDonald’s terimini, toplumsal, ekonomik, kültürel bir sistemin adı olarak genişleten, ‘McDoktor’dan ‘McEğlence’ye, ‘McGazete’ ve ‘McÜniversite’ye kadar yaşamın bütün alanlarında “McDonaldlaşma”nın görüldüğünü ileri süren George Ritzer’e göre (1998); “McDonaldlaştırılma”, bir akılcılaşma sürecidir ve bu süreç bütün dünyayı yaşamın başlangıcından sonuna kadar gasp eder. Eğitim, iş, sağlık, seyahat, zevk, rejim, politika, aile ve toplumun diğer tüm özelliklerini etkiler.
kolayca görülebilmektedir. Maliyetlerin çok düşük olması emeğin değerinin düşüklüğü ve “ölçek ekonomisi”* kavramı bağlamında anlaşılabilir olmaktadır.
Ölçek ekonomisi, yüksek üretim kapasitesi sayesinde birim yatırım ve üretim maliyetinin düşürülmesidir. Üretim miktarında belli eşikler aşıldıktan sonra, üretim maliyetleri düşer ve verimlilik artar. (Balaban, Yasemin, Capital Dergisi, Temmuz 2004) Akılcılaştırılmış bir toplum, disiplin, düzen, sistematiklik, formalizasyon, rutin, tutarlılık ve metodik işleyiş gibi şeyleri vurgular. Bu toplumda insanlar ne zaman, neyle karşılaşabileceklerini öngörürler. Sürpriz beklemezler ya da hamburgerinin içinde her günkünden farklı bir sos bulmayı istemezler. Dünyanın neresine giderse gitsin aynı tadı orada da bulacaklarını bilirler. Bununla birlikte yaşamın pek çok alanındaki bu öngörü, zihinlerin uyuşmasına, hayatların rutine dönüşmesine neden olur (Ritzer, 1998: 126).
“McDonaldlaştırma”, hesap edilebilen ve nicelleştirilebilen şeylere vurgu yapar. Ritzer (1998), bu nicelliğin, hem üretimle hem de mallarla ilgili olduğunu söyler. Gerçekleşen işlemler yüksek hızdadır; böylelikle birçok şey, bol miktarda ve çok hızlı üretilmiş ve elde edilmiştir. Ancak bu nicellik niteliği olumsuz etkilemektedir. Örneğin çabuk yemek, sağlıklı yemek demek değildir.
Hızlı hazır yiyecek yerleri, insanların hareket halinde olmayı tercih ettiği bir topluma uygundur. George Ritzer’in deyimiyle “McDonaldlaştırılmış” bir yemeğe ya da başka bir akılcılaştırılmış etkinliğe gitmek, böyle bir toplumun talebine uygundur. Yemek yemek için durmanın bile gerekmeyeceği araba pencereleri çok daha işe yarar. Aslında bu restoranlar herkesin düşündüğü gibi ucuz da değildir; sadece, isteğine bağlı olarak kullanabileceği parası olan insanlar için dışarıda yemek yeme olanağı sunmaktadır (Ritzer, 1998).
Ritzer’in, yaşamın başlangıcından sonuna kadar gasp edeci nitelikte olan “McDonaldlaştırma” kavramı, Cees Hamelink’in “Küresel İletişimde Kültürel Özerklik” adlı yapıtında ileri sürdüğü ‘kültürel bir senkronizasyon’ sürecine de işaret etmektedir. Hamelink Tomlinson’un deyimiyle “oldukça tartışmasız olan ampirik bir netice” ye varmakta, “Dünyadaki pek çok kültür sisteminin, tarihte emsali olmayan ‘kültürel bir senkronizasyon’ sürecine bağlı olarak erimekte olduğunu” dile getirmektedir. Hamelink’e göre, kültürler daima birbirlerini etkilemiş, bu da etkileşim içindeki toplulukları zenginleştirmiştir (Hamelink bu konuda Sudan, Atina, İndus vadisi, Meksika örneklerini verir). Bu oluşumlarda “ iki yönlü bir değişim” olmuş ve kültürel çeşitliliğe karşı bir tolerans gösterilmiştir. Ancak Hamelink, bu oluşumlarla kültürel senkronizasyon arasında çok önemli bir fark olduğunu söyler: “Yirminci yüzyılın ikinci yarısında yukarıda verilen tarihsel örneklerden önemli ölçüde ayrılan tahripkar bir süreç, kültür sistemlerinin çeşitliliğini tehdit etmektedir. Tek bir kültür dokusuyla senkronizasyon, daha önce hiç bu kadar global ve kapsamlı olmamıştır (Tomlinson, 1999: 45).
Hızlı hazır yiyecek restoranları, beslenme uzmanlarından gelen birçok eleştiriye maruz kalmış, bunun sonucunda da menülerinde değişiklikler yapmaya başlamıştır. Bu anlamda en dikkat çekici eleştiriyi ise ABD Ulusal Kalp Kurtarıcılar Derneği Başkanı Phil Sokoloff yapmış “Amerika’yı Zehirliyorlar” şeklinde ilanlar vermiştir. Bu ilanlarda başta McDonald’s olmak üzere, yağ oranı yüksek ve kolesterollü yiyecekler satan diğer restoranlar da insanları zehirlemekle suçlanmıştır (Ritzer, 1998: 261). İnsanların bu tür restoranlara daha az gittiğine dair yapılan araştırmaların sayısı arttıkça, McDonald’s ve sektördeki diğer kuruluşlar menülerine daha sağlıklı olarak nitelendirdikleri yiyecekleri sokmaya başlamıştır.
Gelecekte, 2000 yılının hızlı hazır yemek endüstrisinin çöküşünün başladığı yıl olarak hatırlanacağı söylenmektedir. Piyasa araştırmaları kuruluşu NPDFoodworld’e göre 2000 yılında hızlı hazır yemek endüstrisi ABD’de hiç yeni müşteri kazanamamıştır. Deli dana hastalığının duyulmaya başlamasından önce satışlarda durgunluk ortaya çıkmış ve sadece hamburger zincirlerinin değil, pizza ve Meksika yemekleri zincirlerinin de müşterileri azalmıştır. Bir sonraki yıl ise satışlarda bir yükselme görülmemiştir. McDonald’s’ın kârları ABD dışında Avrupa, Asya, Latin Amerika’da da düşmüştür. Bazı Burger King işletmelerinin de ayakta kalması için milyonlarca dolar harcanmıştır (Schlosser, 2004: 296).
McDonald’s 1990’lar boyunca yurtdışında sürekli yeni restoranlar açarak, dikkatleri ABD’de çok az yeni müşteri kazandığı gerçeğinden uzaklaştırmaya çalışmıştır. Schlosser’e göre (2004), McDonald’s Corporation hala kârlı bir şirkettir; ancak uzak kıtalarda yeni restoranlar açmak için de büyük yatırımlar gerekir. McDonald’s’ın Amerikalı tüketicilerde büyük memnuniyetsizlikler yarattığı, yapılan anketlerle de ortaya koyulmaktadır. Bu anketlerde, araştırma kapsamına alınan iki yüz Amerikan kuruluşu arasında McDonald’s sonlarda yer almaktadır.
Günümüzde yemek yemeyi salt bir eylem olarak görmeyen, eylemle birlikte geçirilen-paylaşılan zamanı önemseyen, damak zevkine önem verip yemek sofrasında oturan ve yemeğine özen gösteren kişiler de vardır. Bu anlamda hizmet veren pek çok restoran bulunmaktadır;“fastfood” yemeklere karşı “slowfood” anlayışı yerleştirilmeye çalışılmaktadır (Çakır, 2001). Bu amaçla bir üniversite kurulmuş ve dünyanın her köşesinden mutfak ustalarının yerel ve doğal tatlarla ilgili eğitim çalışmaları hazırlaması istenmiştir. 9 Kasım 1989 tarihinde 20 ülkeden 500 temsilci bir araya gelerek bir metin hazırlamış, hazırlanan metinde “Slow Food” un önemi vurgulanmış, “kullan at” basitliğine karşı sofra servis adabının direnmesi gerektiği belirtilmiştir (Ersoy, 2000).
2) Türk Mutfak Kültürü ve Gelişimi
Tarih boyunca Türklerde en temel ekonomik faaliyetlerden birisi olan hayvancılığın, Türk mutfak kültürünün gelişiminde önemli bir yeri vardır. Türkler Orta Asya’da, Anadolu’da, yerleşik hayata geçtikten sonra da hayvancılığı bırakmamışlardır. Hayvan yetiştiriciliği, Türklerde etin mutfak açısından ön plana çıkmasını ve et pişirme yöntemlerinin gelişmesini sağlamıştır. Et pişirme yöntemlerinden başlıcaları, eti kebap ederek yani közleyerek pişirme, bir kap içerisinde kavurma, haşlama veya yahni yapmadır.
Hayvancılığın yaygın olmasının başka bir önemli sonucu, Türk mutfak kültüründe süt ve süt ürünlerinden oluşan yiyecek maddelerinin (yoğurt, yağ, peynir… vb) çeşitliliğidir. Bu yiyecekler de Türk mutfağında önemli bir yere sahiptir. Örneğin yoğurt sade olarak tüketilmesinin yanında, ayran yapılarak ya da içerisine sarımsak katılarak sos şeklinde de tüketilir; birçok mezenin yapımında yer alır; soğuk veya sıcak olarak içilen birçok çorbanın ana malzemesini oluşturur.
Hayvancılıkla birlikte hububatlar da (buğday, ara, darı), Türk mutfak geleneğinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Buğday, ekmek ve yufka yapımında kullanıldığı gibi, çeşitli yemeklerin içerisine konularak da tüketilmektedir.
Et, süt, süt ürünleri, yufka gibi besin maddeleri Orta Asya’dan Anadolu’ya taşınmış olan en önemli besin maddeleridir. Bunlara ilişkin gelenekler, Anadolu ve Osmanlı Mutfağı içerisinde de sürdürülmüştür. 1400’lerden itibaren Avrupa’da ilerleyen Osmanlılar, buraların mutfak kültürlerinden de etkilenmiştir. Batılılaşma hareketleriyle birlikte ise Fransız mutfağı, Türk mutfağını en çok etkileyen mutfaklardan birisi olmuştur.
Güvenç, Türk Mutfağının gelişimini şu şekilde anlatmaktadır: “…Altaylardan yola çıkan atalarımız, Rum Diyarı’na doğru bin yıl süren büyük göç sırasında, yemek kültürlerini korurken karşılaştıkları toplumların farklı yemek geleneklerini de öğrendiler. Selçuklu Devleti’ni kurmakla Persleri; İslamiyeti kabul ve temsil etmekle Orta Doğu (Arap) âlemini; Tarım Devriminin beşiği olan Anadolu’yu fethetmekle buğday tahılına ve koyun etine dayalı yemek türlerini, kıyı şeritlerindeki deniz ürünlerini, Hititlerden Roma’ya ve Bizans’a yaşayan sofra geleneklerini tanıma fırsatı buldular. Küçük Asya flora ve faunasının türlü ürünleriyle yemeklerini alıp geliştirdiler. Osmanlı mutfağı, birbirinden zengin bu temeller üstünde kuruldu ve yükseldi…”(Güvenç, 1996: 13)
A) Anadolu’ya Göç Öncesi Türk Mutfağı
Türklerin XI. yüzyıldaki kültür hayatı ve mutfak kültürü konusundaki ayrıntılı bilgilere Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı Mahmut’ta rastlanmaktadır. Kaşgarlı’nın bildirdiğine göre Türklerin en çok sevdikleri etlerden biri atın karnından elde edilen ve “kazı” denilen yağlı bir ettir. At eti İslamiyet’te pek makbul kabul edilmediğinden, bu gelenek de zamanla kaybolmuştur.
Türk Mutfağı’ndaki yemek adlarından bazıları Orta Asya’dan günümüze kadar değişmeden gelirken, bazı yemek adları ise farklı kültürlerle etkileşim sonucunda değişerek mutfağımıza girmiştir. Divan-ı Lügat-it Türk’te, Orta Asya’dan günümüze kadar değişmeden gelen besin adlarından örneklere rastlamak mümkündür. Kaşgarlı Mahmud’un bu eserinden, eski Orta Asya Türk Devletlerinden olan Karahanlılar’ın ayran, pekmez, kavurma, tutmaç, yoğurt, yufka gibi besinleri tükettikleri anlaşılmaktadır (Genç, 1982: 63).
Orta Asya’daki göçebe dönemi, kısrak sütünden yoğurt ve benzeri yiyecekler yapılması, kımız ve yemeklere konan otlar, bitki kökleri ve soğanla karakterize edilir. Kımız, mayalanmış kısrak sütünden yapılan önemli bir içecektir. Günümüzde ise sadece Orta Asya’da yaşayan halklar tarafından yapılmaktadır. Pastırma ve kebap da yine bu dönemin özellikleri arasındadır (Ağça, 1998: 14).
Kaşgarlı Mahmud’a göre; “Söğüş” sözcüğü Selçuk çağının başlarında, Oğuzlar tarafından kullanılmaktadır. Bu sözcük “kebap etmeye yarayan, oğlak veya kuzu” anlamına gelir. Ayrıca, kesilmek üzere hazırlanan ve beslenen hayvana da “etlik” denmektedir. Bu zamanda tavuk eti, kuş etleri, geyik, sığır ve av hayvanlarının etleri ile balık daha az önem taşımaktadır (Ögel, 1987: 389)
Çağatay Türk kültür çevresinde “söküş”, “kemiklerinden sökülmüş veya çözülmüş, suda kaynatılmış, et haşlaması” karşılığında kullanılmaya başlamıştır. Fiil hali olan “Süklünme”, Selçuk çağı başlarında “et söklündü” yani “et kebap edildi” anlamında kullanılmaktadır. Batı Türkleri de bu eski Orta Asya Türkleri’nin sözünü
devam ettirmiş, Mısır Memlûk devletinde de “kebap etmek” için sögülmek; “kebap edilmek” için ise söglünmek kullanılmıştır (Ögel, 1987: 389).
Günlük yemekler içinde etten en çok kebap yapılmaktadır. Bunların en yaygını ise şiş kebaptır. Şiş, Türk mutfak kültürünün vazgeçilmez bir aletidir. Selçuk çağı başındaki Türkler de “kebap şişi” için, şış veya sış sözcüklerini kullanmışlardır. Kebap etmek için eti şişe delerek takma işine tevmek denirdi. Türkler bu şişleri yemek veya et çatalı olarak da kullanıyordu. “Kebabı tam olarak pişirme” için ise eski Türkler, kürpleme veya kürileme diyorlardı. Kürpleme, “kuzu gömmesi veya közlemesi” anlamındadır; kürpleme yapmak için kuzu yerde açılan bir çukura konur ve etrafı ateş veya kül ile beslenir, tam olarak kızartılırdı; böylelikle kuzunun hiçbir yeri çiğ kalmazdı (Ögel, 1987: 385)
Sac üzerinde kebap pişirme de, hayvancılıkla uğraşan göçebe Türkler arasında çok yaygındır; çünkü kebabın bu şekilde yapılıp hazırlanması hızlı ve kolay olmaktadır. Eski Moğollar da kebaplarını sac üzerinde pişirmiştir. Sac deyimi, Uygurlar ve Selçuk çağının başlarındaki Türklerde de vardır. Ancak bunun Anadolu’da üzerinde ekmek pişirilen sac ile ilgili olup olmadığı bilinmemektedir. Kaşgarlı Mahmud’a göre sac bir tavadır; ama bunun nasıl bir tava olduğu bilinmemektedir (Ögel, 1987: 387)
Türkler, yemek yaptıkları her çeşit hayvani ve nebati üründen, sarhoş eden veya etmeyen içkiler yapmasını bilmekte ve bunlara “içkü” adını vermektedir. Darıdan, buğday ve arpadan yapılan boza, şarap; meyvelerden yapılan şuruplar ve şaraplar, baldan yapılan şaraplar bunlardan bazılarıdır. Yemeklerde katık olarak kullanılan ve soğuk olarak kaşıkla içilen her şeye “soğukluk” denilir. Günümüzde bu kelime aynı anlamda hoşaflar için de kullanılmaktadır. Bununla birlikte Türklerin en başta gelen içkisi ise “kımız”dır. Genç (1982), kımızın ekşimiş kısrak sütü olduğunu Kaşgarlı Mahmud’un eserinde de bu içkiden sıkça söz edildiğini söylemektedir.
Türklerin IX. yüzyılda İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte ise, Türk mutfağında İslam etkileri görülmeye başlamıştır. İslamiyet’in kabul edilmesi, Türk- Arap kültürlerinin yakınlaşmasına ve mutfak kültürlerinde karşılıklı alışverişlerin olmasına yol açmıştır. Bununla birlikte bazı yiyecekler de haram sayılarak tüketilmemeye başlamıştır: Boğazı kesilmeden kendiliğinden ölen hayvanlar, vücuttan çıkmış kan, yırtıcı kuşlar, sürüngenler, kurbağa, karga, saksağan, kaplumbağa, domuz eti ve alkol bunlara örnek olarak verilebilir.
Anadolu’ya göç öncesi Orta Asya döneminde pirinç olmakla birlikte, pirinçten pilav yapımı bilinmemektedir. Pilavın ortaya çıkışı XV. yüzyıldır. Pirinci pilav biçiminde pişirmenin ana vatanı ise Çin’dir. Pilav, Herat’tan Doğu ülkelerine yayılmış ve XV. yüzyıl sonrasında yapılan yemeklerin yanında (özelikle tas kebabı ve ızgara kebaplar) garnitür olarak sürekli yer almıştır (Gürsoy, 2004: 66).
B) Türklerin Anadolu’ya Gelişi ve Anadolu Türk Mutfağı
Türkler Anadolu’ya geldiklerinde köklü bir Bizans geleneği ile karşılaşmış, Orta Asya’da bulunmayan birçok yiyecekle ve yemek kültürü ile tanışmışlardır.
Bizanslılar’ın yemek gelenekleri konusunda en iyi kaynaklardan birisi, Bizans tarihçisi Tamara Talbot Rice’ın Bizans’ta Günlük Yaşam: Bizans’ın Mücevheri Konstantinopolis adlı yapıtıdır. Rice, Bizans mutfağında yiyecek çeşitlerinin çok bol olduğunu, öğünlerdeki seçimlerin kişisel tercihlere bağlı olarak yapıldığını belirtmektedir. Rice, Bizans mutfağı ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“ Bizans’ta sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği olmak üzere üç öğün normal sayılırdı. Oruç dönemlerine çok dikkatle uyulur; fakat diğer zamanlarda zenginlerin evlerinde hem öğle hem de akşam yemeği için üç çeşit yemek hazırlanırdı. Önce yemekaltı (ordövr) sunulur, bunu çoğunlukla Hristiyan öncesi dönemlerde yaygın olan ve “garos” denilen sos eşliğinde bir balık yemeği izlerdi; bir tür kızarmış et başka bir seçenek olarak sunulur ve son yemek de tatlı olurdu. Bizans’ta domuz eti ve budu en sevilen yiyeceklerdi. Kuşlar kızartıldıkları gibi haşlanırdı, bol miktarda ördek ve balık yenirdi.” (Şavkay, 2000: 17)
Bizans’ta yemek yapımında zeytinyağının çok büyük bir önemi vardır. Türklerin de zeytinyağlı yemekleri onlardan öğrendikleri söylenmektedir. Ayrıca meyvesiz bir Bizans sofrası da düşünülemez. Bu meyveler içinde en sevilenleri elma, incir, kavun, karpuz, üzüm ve hurmadır (Şavkay, 2000: 18). Rice, Bizans’ta çok çeşitli kaşık ve bıçağın yanında çatalın da olduğunu; ancak insanların buna rağmen elleriyle yemek yediğini söylemektedir. Çatal o dönemde Avrupa için de yeni bir buluştur. O zamana kadar çatal, pişirme işlemi dışında sofrada kullanılmamaktaydı. Sulu yemekler kaşıkla yenir etler ise bıçakla kesilir ve elle yenirdi. Elle yeme yerine çatalın kullanılması Batı dünyasında ilk defa Bizans’ta görülmüştür. Ögel’e göre, çatal Türklerin yabancı olmadığı bir sofra gereciydi. Bu alışkanlık Orta Asya dönemine kadar gitmektedir ve et yemeklerine özgüdür. Türkler eti küçük et bıçakları ve çatalla yemektedir (Şavkay, 2000: 18).
Selçuklular dönemindeki Selçuknâmelerde mutfak kültürü ve saray ziyafetleri hakkında çeşitli bilgiler yer almaktadır. Bu bilgilere göre, Selçuklu hükümdarlarından I. Alaaddin Keykubad döneminde verilen ziyafetlerde, çini ve altın sahanlar içinde “kalye, borani, yahni” gibi yemekler, “biryan, kaz, tavuk, güvercin, keklik, bıldırcın” gibi kebaplar, pilavlar ve helvalar yapılmakta; içecek olarak da kımız ve çeşitli şerbetler sunulmaktadır (Oral, 2003: 19).
Biryan, kebap anlamına gelmektedir. Selçuknâme’de geçen “biryanlar” sözcüğü, verilen ziyafette çeşitli kebapların bulunduğunu göstermektedir. Oral (2003), bu kebapların günümüzde de Anadolu’da en sık rastlanılan “kuyu kebabı, tandır kebabı, çevirme kebabı” olabileceğini söylemektedir.
Selçuknâme’de adı geçen “arı girde” arı buğday unundan yapılmış yufka demektir; bu da Selçuklu devrinde yufka ekmeği bulunduğuna işaret etmektedir. Yufka tipi ekmeğin arasına, soğan, peynir, yumurta, bal, yoğurt gibi malzemeler koyarak çeşitli dürümler hazırlayan Selçuklular, bunlara “tikim” adını vermişlerdir (Köymen, 1982: 39)
Çevirme kebabı özellikle Kastamonu, Isparta taraflarında özel olarak yapılmış uzunca, dar ocaklar da koyunun ateşin karşısına asılarak pişirilmesi suretiyle yapılır (Oral, 2003: 20). Kuzunun bu şekilde pişirilmesi, Kastamonu’da döner kebabın gelişimine ortam hazırlayan unsurlardan birisi olabilir.
Katıksız, içinde başka hububat tanesi bulunmayan temiz buğdaya “ar buğday” denir. Böyle temizlenmiş ve yıkanarak öğütülmüş buğday unundan yapılan ekmeğe de “arı buğday ekmeği” denir (Oral,2003: 20).
Selçuklu mutfağında kullanılan etlerin başında koyun ve kuzu eti gelir; hayvanların sütünden ise peynir, kaymak, çökelek, yoğurt ve ayran yapımında faydalanılmıştır. Yumurta ise çeşitli şekillerde yenmekle birlikte daha çok, kıyma ile birlikte ve ufak parçalar halinde, yufka ekmeğinin içine konup dürüm yapılarak tüketilmiştir. Selçuklular eti, taze olarak tüketmenin dışında, buzluklarda dondurarak ve güneşte kurutarak da tüketmiştir. Selçuklularda kurutulmuş ete “kak” et denir. Ayrıca, et pastırma yapılarak da saklanır. Çeşitli baharatlarla kurutularak pastırma yapılan ete ise “yazat” et denilir (Köymen, 1982).
Selçuklular kesilen hayvanın her yerinden faydalanmaktadır. Hayvanın etinden sonra en çok yenilen kısmı ciğerleridir; en makbul yeri ise beynidir. Selçuklularda hatırı sayılan kişilere koyunun beyni sunulur kesilen hayvanın işkembe ve bağırsaklarından da faydalanılır; işkembe ve bağırsak incecik kıyılır ve bağırsak içerisine konur, kızartılarak veya pişirilerek yenir.
Türk mutfak kültürüyle ilgili bilgilere Mevlâna’nın eserlerinde de rastlanır. Mevlâna pek çok beyitinde ekmeğe yer vermiş, yufka ekmeğini yoksulların ekmeği olarak anmıştır. Bu eserlerde geçen yemek adları şöyle sıralanabilir: Tutmaç, mantı, tatar böreği, borani, şiş kebap, ciğer kebabı, bulgur aşı, börekler, çörekler, pırasa, ıspanak, fasulye, helva, gülbeşeker, zerde, kadayıf, baklava ve badem şekerlemesi… vb (Cumbur, 1982: 69-85).
Anadolu Selçukluları’ yla paralel zamanlarda varlığını sürdürmüş olan Eyyübiler döneminden (1174-1250) günümüze, XIII. yüzyıl başlarında yazılmış iki önemli eser kalmıştır. Bunlardan biri Selahaddin Eyyubi’nin yeğeninin yazdığı Vusla ile’l-Habib, diğeri ise Muhammed el-Bağdadi’nin kaleme aldığı Kitabü’t-Tabh’tır. Arapça olarak yazılmış Kitabü’t-Tabh adlı eser, XV. yüzyılda Şirvani tarafından Türkçe’ye Tabh-ı Et’ime (yemek pişirme) adıyla çevirmiştir. Buradaki yemekleri çoğunlukla İran mutfağından örnekler oluşmaktadır; dolayısıyla Anadolu’da da İran etkisi oldukça fazladır. Bu eserler sayesinde günümüze birçok yemek tarifi ve bu yemeklerde kullanılan malzemelerle ilgili bilgi ulaşmıştır. Örneğin Vusla’ya göre; koyun yağı (kuyruk yağı) en çok kullanılan yağlardandır. Bu yağ eritilir ve içine koku vermesi için çeşitli baharatlar veya meyve parçaları konur. Patlıcan ve fasulye en çok bilinen ve yaygın olarak kullanılan sebzelerdendir. Vusla kitabında, tatlılar, bisküviler, yumurtalı pideler ve çeşitli ekmekler için ayrılmış bölüm başlıkları bulunur (Gürsoy, 2004: 66).
XIV. yüzyıla kadar İran platosunda oluşmuş yemek kültürünü ise, Çin, Orta Asya ve Hindistan kültürleri etkilemiştir. Görüldüğü üzere bir ülkenin mutfak kültürü komşu olduğu ülkelerin, savaş, göç veya başka bir yolla ilişki kurduğu ülkelerin mutfak kültürleriyle etkileşim içerisinde oluşmaktadır. Örneğin Türk mutfak kültürüne, balık, salata, zeytinyağı ve zeytinyağlı yemeklerin bazılarının Bizanslılardan geçtiği belirtilmektedir. Ünver’e göre, papaz yahnisi, midye dolması, sardalye, karides ve balık konservesi de Bizans’tan alınmıştır. Hamur işi yiyeceklerin bir kısmı ise Çin’den geçmiştir. Eski bir saray yemeği olan iç pilav, İran’dan kalmadır. İçinde tatlı olarak kuş üzümünün olduğu, tuzlu olarak da fıstığın bulunduğu bu pilav önce saraya sonra halka geçmiştir (Tezcan, 2000: 28). Buna karşın, İran’ın da, Çin ve Hindistan’dan alıp Akdeniz’e taşımış olduğu birçok yemek ve malzeme vardır.
C) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Mutfak Kültürü
İmparatorluğun ilk dönemlerinde mutfak kültüründeki en belirgin özellik sadeliktir. Saray sofralarında dahi, yalın bir hava bulunmaktadır. Bu dönemde en çok tüketilen yiyeceklerden birisi koyun etidir. Şavkay’a göre bu durum tipik bir Osmanlı-Türk mutfağı özelliği olarak yorumlanabilir. Yaklaşık elli yıl öncesine kadar, Türk mutfağında en yaygın kabul gören et çeşidi koyun ve mevsiminde tüketilen kuzu etidir. Dana ve sığır eti tüketimi ise Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bile yeterince yaygın değildir (Şavkay, 2000: 22).
1490 yılında Topkapı Sarayı’na satın alınan malzemeler arasında 16356 koyun, 410 ton un ve 200 tona yakın pirinç bulunmaktadır. 1573 tarihli muhasebe defterine göre ise saraya 34887 koyun, 1074 ton un ve 730 ton pirinç alınmıştır. (Yerasimos, 2004: 19). Bu miktarda koyun eti tüketilmesi ete dayalı beslenmenin yoğun olduğunu, etin mutfak kültürü içerisinde her zaman temel besin maddesi olma özelliğini devam ettirdiğini göstermektedir. Ancak bu et tüketimi içerisinde döner kebap bulunmamaktadır.
Sarayın beslediği, içerde ve dışarıda yaşayan kişilerin sayısı kesin olarak bilinmemektedir. Bununla birlikte, saraya alınan yiyeceklerden günlük kalori hesaplamaları yapıldığında ve 1573 yılında haremin de Topkapı’ya yerleştiği göz önünde bulundurulduğunda, sarayın beslediği insan sayısının 8000 olduğu tahmin edilmektedir. 1660 yılında ise, saray tarafından iaşesi karşılan kişilerin sayısı 11000’e ulaşmıştır. Bu tarihte saraya yılda 199000 tavuk satın alınmakta; yani her gün 560 tavuk kesilmektedir (Yerasimos, 2004: 19).
II. Murat zamanında Edirne’ye gelen Milano elçisi için bir kabul yemeği düzenlenmiştir. Kayıtlara göre bu yemekte koyun eti ve pilav yer almakta; sofrada ekmek veya içecek her hangi bir şey bulunmamaktadır. Şavkay’ın bu konudaki yorumu ise şöyledir: “Yenen ana yemeğin tek çeşit olması, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman rastlanamayacak bir sadeliği göstermektedir. Üstelik bu ana yemek yanında yine bir çeşit yemeğin, sade bir pilavın sunulmuş olması da, bu sadeliği destekleyici bir başka öğedir.” (Şavkay, 2000: 22).
Fatih Sultan Mehmet Dönemi ise, Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu döneme ilişkin en önemli bilgiler, devamlı olarak kaydı tutulan mutfak defterlerinden edinilmektedir. Bu kayıtlara “Matbahı Amire defteri” de denir. Bu defterde saraya alınan yiyecek miktarları yazılıdır. Ünver tarafından aktarılan bu kayıtta şunlar bulunmaktadır: 544 tavuk, 61 kaz, 116 istiridye, 87
karides, 400 balık, 64 kantar bal, 28 müd pirinç, 19 kıyye safran, 12 miskal misk, 10 kıyye biber, 11 kıyye zeytinyağı, 3 şinik pekmez toprağı, 13 kıyye nişasta, 51 şişe boza, 616 baş ve paça, 180 işkembe, 649 yumurta, 84 kıyye Eflak tuzu... (Ünver, 1995: 84-116).
Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’in İstanbul Risaleleri adlı kitabında, Fatih Devri yemekleriyle ilgili olarak yazdıklarına göre XV. yüzyıl saray mutfağında şu yemekler yapılmaktadır: aşure, av etleri, baklava, balık, patlıcan turşusu, pazı, borani, börek, buğday aşı, buğday çorbası, erişte, etler (koyun, tavuk, kaz, baş, paça, işkembe), fodla(pide), helva, hıyar turşusu, istiridye, ıspanak, ıspanak kavurması, ıspanaklı pide, kabak yemeği, kabak reçeli, kadayıf, karides, kavurma, kavurmalı ıspanak, kavurmalı pırasa, lahana çorbası, lahana turşusu, lapa, muhallebi, mantı, mast (yoğurt), maydanozlu çorba, me’mun helvası, meyve şekerlemeleri, nardenk şurubu, nohut ezmesi, nohutlu pilav, patlıcan turşusu, pekmez şerbeti, peynirli pide, pilav, piyazlı balık, pırasa kavurması, safranlı helva, soğan turşusu, sütlü kadayıf, sütlü muhallebi, şalgam turşusu, şerbetler, tarhana, tatlı su balığı, tutmaç, üzüm turşusu, yahni, yoğurtlu pazı, yoğurtlu ıspanak, yoğurtlu mantı, yoğurtlu pekmez tatlısı, yoğurtlu tutmaç, yumurtalı börek, yumurtalı lapa, zerde (Ünver, 1995: 84- 116).
Bu dönemde sabah ve akşam olmak üzere iki öğün yemek yenir. Sabah yemeklerinde genellikle çorba bulunur. Devlet işleri sarayda görüldüğü için, buraya gelen memur ve amirler de sarayda yemek yemektedir. Saray mutfağının örgütlenmesi çok özenle yapılmıştır. Yemek pişirmeyle ilgili üst görevlilerin, aşçıların ve yardımcılarının dışında, kasapbaşı, pirinççi, sakabaşı, iç sakalar, mutfak sakaları, buzcu gibi yemekle dolaylı olarak bağlantılı çalışanlar da bulunmaktadır (Şavkay, 2000: 26).
Sultanın kişisel yemekleri ise “berayı hassa” adı verilen mutfak defterinde yazmaktadır. Ünver, bu yemekleri şöyle sıralamaktadır: “Tavuk kızartması, lapa, peynirli pide, ıspanaklı pide, mantı, yumurta, bal, baklava, çorba, borani, börek, pekmez, boza, şerbet, ayran, armut, nar, badem.”
XVI. yüzyıl İstanbul’unda, evlerin ancak yüzde altısının mutfağı vardır. Diğer evlerin sakinleri ya avluda yemek pişirir, ya da dışarıdan hazır yemek satın alır. Bunun başlıca nedeni ise yakacak giderleridir. Her bir ailenin ayrı ayrı ocak yakması çok pahalıya mal olmaktadır; bunun yerine aşçı ocaklarında birçok kişiye yemek pişmektedir, buralardan alınan yiyecekler ise daha ucuza çıkmaktadır (Yerasimos, 2004: 18).
Tarihsel Süreç İçerisinde Yeme ve İçme Kültürünün Evrimi - Bölüm : 03 icin ekteki habei inceleyiniz
KAYNAKÇA
Ağça, Hatice, Türkiye’de Yaşayan Yabancıların Yiyecek Talepleri ve Tercihleri, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998
Alemdar ve Erdoğan, Popüler Kültür ve İletişim, Ümit Yayınevi, 1994, s.103
Alemdar, Korkmaz, “Ayaküstü Yemek Yeme Üzerine” Popüler Kültür ve Gençlik, Eğitim Özel Sayı, M.E.B. Yayınları, Kasım 2004, Yıl:5, Sayı:57, s.134-136
Arlı, Mine, “Türk Mutfağına Genel Bir Bakış” Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD Yayınları, Ankara, 1982, s.19-33
Atalay, Hâmit, İngilizce-Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1999
Aydın, Suavi, Emirlioğlu, Kudret, Türkoğlu, Ömer, Özsoy, Ergi, Küçük Asya’nın Bin Yüzü: Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005
Baran, Ethem, Özüdoğru, Şaban, “Ünsal Oskay İle Popüler Kültür Üzerine Söyleşi”, Popüler Kültür ve Gençlik, Eğitim Özel Sayı, M.E.B Yayınları, Kasım 2004, Yıl:5, Sayı:57, s.20-23
Batmaz, Veysel, “Popüler Kültür Üzerine Değişik Kuramsal Yaklaşımlar”, AİTİA- GHİYO, İletişim Dergisi, Sayı: 1, Ankara, 1981
Baysal, Ayşe, Beslenme Kültürümüz, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002
Belge, Murat, Tarih Boyunca Yemek Kültürü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001
Belge, Murat, “Sanayi Devrimi ve Popüler Kültür”, Milliyet, Popüler Kültür Eki,
Eylül 2003a
Belge, Murat, “Artık Her Şey Pop”, Milliyet, Popüler Kültür Eki, Ekim 2003b
Bennett,T., Politics of popular and popular culture, In T. Bennet, et al. (eds), Popular culture and social relations, Phil: Open University press,1986
Bocock, Robert, Tüketim, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1997
Boğaz, Hülya, Tüketicilerin Hızlı Hazır (Fast Food) Yiyecek Tercihleri Üzerine Bir Araştırma, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2003
Burke, Peter, Yeniçağ Başında Avrupa Halk Kültürü, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 1996
Celal, Musahipzade, Eski İstanbul Yaşayışı, Devlet Tiyatroları Yayınları, Ankara, 1986
Chase, Holly, “Meyhane mi Mc Donald’s mı? İstanbul’da Ayak Üstü Yemeğin Evrimi”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Sami Zubaida- Richard Tapper, Çeviri: Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003, s.72-84
Cunbur, Müjgan, “Mevlâna‘nın Mesnevi’sinde ve Divan-ı Kebir’inde Yemekler, Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD Yayınları, Ankara, 1982, s.69-85
Çağan, Kenan, Popüler Kültür ve Sanat, Altın Küre Yayınları, Ankara, 2003
Çakır, Banu, Günümüz Hızlı Yemek Yeme Sistem Kuruluşunda Mekan Oluşumu, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, 2001
Çelebi, Erkan, “Çocuklara fast food doğum günü 6 milyon YTL'lik pazar yarattı”,
Hürriyet, 12.03.2006
Dağdeviren, Musa, “Kebapçı”, Yemek ve Kültür Dergisi, Sayı:2, Çiya Yayınları,
İstanbul, 2005
Dalby, Andrew, Bizans’ın Damak Tadı Kokular, Şaraplar, Yemekler, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2004
David Belmen, “The Hamburger Holds its Ground”, Restaurants USA Magazine: 45- 47, Mayıs1996
Dernschwam, Hans, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, KTB yayınları, Mersin, 1992
Dorsay, Atilla, Ağız Tadıyla, Varlık Yayınları, İstanbul, 1993
Dumont, Paul, Georgeon François, Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999
Durrant, Merril, Sağlıklı Beslenme, Remzi Kitabevi, Ankara, 1979
Dursun, Ö.Tülin, Self-Servis Düzenine Bağlı Zincir Fast-Food Restoranların Yemek Salonu İç mekan Biçimlenmesine Bir Yaklaşım, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1999
Ekinci, Yusuf, Ahilik, Talat Matbaası, İstanbul, 2001
Eksen, İlhan, Çok Kültürlü İstanbul Mutfağı, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2001,
Eksen, İlhan, Kebabistanbul, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2003
Erdoğan, İrfan, “Popüler Kültürün Ne Olduğu Üzerine”, Popüler Kültür ve Gençlik, Eğitim Özel Sayı, M.E.B. Yayınları, Kasım 2004, Yıl:5, Sayı:57, s.7-19
Erdoğan, İrfan, “Popüler Kültür: Kültür Alanında Egemenlik ve Mücadele”, Popüler Kültür ve İktidar, Der.Nazife Güngör, Vadi Yayınları, Ankara, 1999, s. 18-52
Ersoy, Meltem, “Günde 460 ton döner yiyoruz”, Hürriyet, 17 Temmuz 2005
Ersoy, Yasemin, Sosyal Değişme Sürecinde Mutfak Kültürü:Gecekondu Ailelerinde Örnek Uygulama, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000
Faroqhi, Suraiya, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam -Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2005
Fiske, John, Popüler Kültürü Anlamak, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara,1999
J. Gans,Herbert, Popüler Kültür ve Yüksek Kültür, YKY, İstanbul, 2005
Genç, Reşat, “XI. Yüzyılda Türk Mutfağı”, Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD Yayınları, Ankara, 1982, s.57-68
Grefe, Christiane, Hamburger Çağı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994
Güngör, Nazife (Der), Popüler Kültür ve İktidar, Vadi Yayınları, Ankara, 1999
Gürsoy, Deniz, Yemek ve Yemekçiliğin Evrimi, Kurtiş Matbaacılık, İstanbul, 1995
Gürsoy, Deniz, Tarihin Süzgecinde Mutfak Kültürümüz, Oğlak Yayınları, İstanbul, 2004
Güvenç, Bozkurt, “Yemek, Kültür ve Yemek Kültürü” Eskimeyen Tatlar-Türk Mutfak Kültürü, Editörler: Ersu Pekin ve Ayşe Sümer, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Yayın No:7, Mas Matbaacılık, 2. Baskı, 1996, s.13-17
Güvenç, Bozkurt, İnsan ve Kültür, İstanbul, Remzi Kitabevi, 2002
Ilgın, Yılmaz, “Kayıtdışı Ekonomiyi Tahmin Yöntemleri ve Türkiye’de Durum”
Planlama Dergisi, Özel Sayı, DPT Müsteşarlığı Yayınları, Ankara, 2002
Işık, Caner ve Erol, Nuran, Arabeskin Anlam Dünyası: Müslüm Gürses Örneği, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2002
Karpat, Kemal, Türk Demokrasi Tarihi-Sosyal Ekonomik Kültürel Temeller, Afa Yayınları, İstanbul, 1996
Kazmaz, Süleyman, “Türk Mutfak Kültüründe Kaybolan Değerler Beliren Tehlikeler” Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar, Haz: Kâmil Toygar, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma ve Vakfı Yayınları, Ankara, 2002, s.109-146 Koçu, Reşat Ekrem, İstanbul Ansiklopedisi, Koçu Yayınları, İstanbul, 1968.
Kongar, Ere, 21.Yüzyılda Türkiye-2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, 14.Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1998
Koz, M. Sabri, Yemek Kitabı -Tarih-Halkbilimi-Edebiyat, Kitabevi, İstanbul, 2003
Köymen, MAltay, “Selçuklular Zamanında Beslenme Sistemi”, Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD Yayınları, Ankara, 1982, s.35-45
Kut, Günay, “Mutfağın Günlük Yaşantımızdaki Yeri Dünü-Bugünü. Mutfak-Saray Mutfağı- Ramazan- Mutfak Levazımatı- Kiler”, Hünkar Beğendi-700 Yıllık Mutfak Kültürü, Haz: Nihal
Kadıoğlu Çevik, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara, 2000, s.39-49
Lewis, Roy, Evrim Adamı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2001
Mahmut Nedim bin Tosun, Aşçıbaşı, Haz: Priscilla Mary Işın, YKY, İstanbul,1999
Metro Gastro, Doğan Ofset, Mayıs- Haziran 2003, Sayı:17
Mıntzuri, Hagop, İstanbul Anıları 1897-1940, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2002
Oğuz, Burhan, Türkiye Halkının Kültür Kökenleri I, Beslenme Teknikleri, 2.Basım,
İstanbul, Aadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, 2002
Oktay, Ahmet, Türkiye’de Popüler Kültür, Everest Yayınları, İstanbul, 2002
Orçan, Mustafa, Osmanlı’dan Günümüze Modern Türk Tüketim Kültürü, Kadim Yayınları, Ankara, 2004
Ögel, Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş IV, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1987
Özbek, Meral, Popüler Kültür ve Orhan Gencebay Arabeski, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002
Özgen, Leyla, Farklı Eğitim Düzeyindeki Öğrencilerin Hızlı Hazır Yiyecek (Fast Food) Tüketim Durumlarının ve Alışkanlıklarının Saptanması Üzerine Bir Araştırma, Bilim Uzmanlık Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998
Öztürk, Nazif, “Osmanlı Dönemi Yemek ve İkram Kültürü” Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma ve Vakfı Yayınları, Ankara, 1999, s.27-47
Raymond Williams, Anahtar Sözcükler: Kültür ve Toplumun Söz Varlığı,
Çev: Savaş Kılıç, İstanbul, İletişim Yayınları, 2005
Rice, Tamara Talbot, Bizans’ta Günlük Yaşam: Bizans’ın Mücevheri Konstantinopolis, Çev: Bilgi Altınok, Göçebe Yayınları, İstanbul, 1998
Ritzer, George, Toplumun McDonaldlaştırılması, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,1998
Robertson, Roland, Küreselleşme -Toplum Kuramı ve Küresel Kültür, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1999
Rowe, David, Popüler Kültürler -Rock ve Sporda Haz Politikası, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,1996
Şavkay, Tuğrul, Osmanlı Mutfağı, İstanbul, 2000
Şavkay, Tuğrul, “Sokak Yemekleri”, Hürriyet, 08.07.2001
Schlosser, Eric, Hamburger Cumhuriyeti -Amerikan Fast Food Kültürünün Karanlık Yüzü, Metis Yayınları, İstanbul, 2004
Storey, John, Popüler Kültür Çalışmaları, Babil Yayınları, İstanbul, 2000
Swingewood, Alan, Kitle Kültürü Efsanesi, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 1996
Talas, Cahit, Toplumsal Politika, İmge Kitabevi, Ankara,1997
Tanilli, Server, Uygarlık Tarihi, Adam Yayınları, İstanbul, 2003
Tezcan, Mahmut, “Türklerde Yemek Yeme Alışkanlıkları ve Buna İlişkin Davranış Kalıpları”, Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD Yayınları, Ankara, 1982, s.113-132
Tezcan, Mahmut, Türk Yemek Antropolojisi Yazıları, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2000
Tomlinson, John, Kültürel Emperyalizm, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999
Tomlinson, John, Küreselleşme ve Kültür, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004
Toygar, Kâmil; Berkok, Nimet, Ankara Mutfak Kültürü ve Yemekleri, Vekam, Ankara, 1999
Tuncel, Mine, Fast-Food (Hızlı Yemek) Sisteminin Türk Mutfağına Uyarlanması ve Bir Uygulama, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000
Türâbi Efendi, Osmanlı Mutfağı, Çev: Altay İltan Aktürk, Dönence Basım ve Yayın Hizmetleri, İstanbul, 2005
Uhri, Ahmet, Batı Anadolu Erken Tunç Çağı’nda Mutfak Kültürü Açısından Ocak ve Fırınlar, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000
Yıldız, Ulaş; Eker, Yüksel, “Bitmeyen kavga: Kebap nereli?”, Radikal, 09.09.2001
Ünsal, Artun, Benim Lokantalarım-Göz ve Damak Anıları Yüz Yetmiş Adres, YKY,İstanbul, 1996
Ünver, A.Süheyl, “Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılarda Yemek Usulleri ve Vakitleri”, Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı MİFAD Yayınları, Ankara, 1982, s.1-13
Ünver, A.Süheyl, İstanbul Risaleleri 3, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, İstanbul,1995
Üzümcüoğlu, Ülkü, Ankara Piyasasında Satılan Döner Kebaplar Üzerine Bir Araştırma, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2001
Yaman, Renan, “Döner Kebabın Hikayesi”, Türk Mutfağı Üzerine Araştırmalar, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma ve Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, s.92- 102
Yardımcı, Bülent, “Et Değil Dert Çeviriyorlar”, Milliyet Business, sayı:64, 3 Ekim 2004
Yerasimos, Stefanos, Sultan Sofraları -15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı, YKY, İstanbul, 2004
Yerasimos, Marianna, 500 yıllık Osmanlı Mutfağı, Boyut Yayın Grubu, 3. Baskı,İstanbul, 2005
Zubaida, Sami; Tapper, Richard, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Çeviri: Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2003
Zürcher, Erik Jan, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul,1999 Süreli yayınlar
Dönerci Dergisi, 2005, sayı:1 s.15
Dönerci Dergisi, 2005, sayı:3 s.15
Dönerci Dergisi, 2005, sayı:5 s.15
Yemek ve Kültür, 2005, sayı:2, s.152-155, Çiya yayınları, İstanbul
Yemek ve Kültür, 2005, sayı:3, Çiya yayınları, İstanbul
Yemek ve Kültür, 2005, sayı:4, Çiya yayınları, İstanbul
Diğer Kaynaklar
Ulusal Franchising Derneği (UFRAD), ziyaret tarihi:25.11.2005, http://www.ufrad.org.tr
“Almanlar da kabul etti. Döner, sosisi yendi”, ziyaret tarihi:12.04.2006, http://www.milliyet.com/2001/08/28/son/
McDonald’s, ziyaret tarihi:02.12.2005, http://www.mcdonalds.com.tr/mcdonalds_turkiye.asp
Türk Standartları Enstitüsü, “Döner Yapım Kuralları-Pişmemiş”, TS 11658 (12.04.1995)
Tan, Nail, “Kastamonu’nun Ünlü Yemekleri”, Kastamonu Valiliği, ziyaret tarihi:12.01.2006, http://www.kastamonu.gov.tr/index_dosyalar/as/yemek.htm
Mcspotlight,ziyaret tarihi:04.05.2006, http://www.mcspotlight.org/company/company_ history.html
Görüşmeler
Serdar Elifer, 29 Mart 2006, görüşme süresi: 45 dakika
Fehmi Tandoğan, 06 Mayıs 2006, görüşme süresi: 50 dakika
Şükrü Altınöz, 25 Ocak 2006, görüşme süresi: 1 saat
Bursa İskender Kebap, 13 Mayıs 2006, görüşme süresi: 30 dakika
Hosta Piknik, 15 Şubat 2006, görüşme süresi: 1 saat
Mola Döner Sarayı, 15 Şubat 2006, görüşme süresi: 15 dakika
Hacıoğlu, 15 Şubat 2006, görüşme süresi: 10 dakika
Döner 7, 15 Şubat 2006, görüşme süresi: 10 dakika
ABA Piknik, 15 Şubat 2006, görüşme süresi: 15 dakika
Döneristan, 15 Şubat 2006, görüşme süresi: 25 dakika
Goralı, 18 Şubat 2006, görüşme süresi:10 dakika
Öz Gaziantep, 15 Şubat 2006, görüşme süresi: 10 dakika
Çınaraltı Kebap, 04 Mart 2006, görüşme süresi: 10 dakika
Apikoğlu, 04 Mart 2006, görüşme süresi: 10 dakika
Anadolu Lokantası, 04 Mart 2006, görüşme süresi: 10 dakika
Ağan Piknik, 04 Mart 2006, görüşme süresi:10 dakika
Cici Piknik, 04 Mart 2006, görüşme süresi:25 dakika
Urfalı, 06 Mayıs 2006, görüşme süresi:15 dakika