Kültürel Bellek ve Yemek Kültürü Nedir?
Ayşegül Elif ÇAYCI
İnsan hafızasının yapısı itibariyle sınırlı oluşu nedeniyle, insan toplulukları hafıza depolamak için bir dizi aygıt üretmişlerdir. Bunun için Antik Çağ’dan itibaren üzerine çentikler yapılmış kemik aletler, kil ve taştan tabletler ve tarihin sonraki aşamalarında haritalar, çizimler, fotoğraflar, fonograflar ve teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkan bilgisayarlar vasıtasıyla hafızanın depolanması için çeşitli aygıtlar üretmiş ve üretmeye devam etmektedirler.
Ortaya çıkan her yeni teknoloji hafızanın depolanması için daha verimli bir olanak sunmaktadır. Batı toplumunda yetişen insanların çoğu için hafıza deneyimi ‘halk kültürü’ aracılığıyla saklanmaktadır. Her insan topluluğun kendisine özgü dünya görüşü, gelenek-görenekleri, dini-ahlaki değerleri vardır. Bütün bunlar halk kültürü tarafından belirlenir.
Bellek ve mentalite tarihi arasında, doğrudan bağlantı olmasa da, entellektüel ve metodolojik bağlar vardır. Bu bağlantı, ilk kez yirminci yüzyılın ilk yarısında Pierre Nora adlı Fransız bilim insanı tarafından araştırılmıştır. Nora, “Les Lieux de Memoire” isimli projesinde, bellek ve zihin arasındaki bağlantıyı incelemenin ötesine geçerek, beşeri bilimlerdeki diğer yaklaşımlardan yararlanmıştır. Nora, hafızanın mekansal olarak oluşturulduğunu savunur.
Yani somut mekanlar aracılığıyla belleğin hayat bulduğunu ileri sürer. Bellekle ilgili çalışmalar kapsamları, kökenleri ve tarihselliği açısından ulusötesi ve uluslararası niteliktedir. Bu çalışmalar, ulusa yeni yaklaşımlardan ve ulusların geçmişlerini inşa etme biçimlerinden etkilenmiştir. Diğer taraftan, genellikle kimlik meseleleri üzerinde yoğunlaşmaktadır (Confino, 2008, s. 79).
1990’ların ortasına gelindiğinde, “bellek” kavramı, kültürel tarih açısından önde gelen kavramlardan biri olmuştur. Çok yönlü bir yapıya sahip olan bellek kavramı, teorik olmaktansa pratikte karşımıza çıkan bir kavramdır. Yine de, konuyla ilgili ortak paydayı paylaşan çok farklı yönleri belirtmek ve insanların geçmiş hissini nasıl kurduklarını açıklamak için kullanılmıştır. Bu nedenle, tarihsel birikimimize muazzam katkıda bulunmuştur. Bellekle ilgili çalışmalar, geçmiş hakkında yeni bilgiler ortaya çıkarma ve bir önceki nesil hakkında daha önceden bilinmeyen bilgileri ortaya çıkarabilmektedir.
Kollektif bellek, kültür ve toplumla ilgili kapsamlı bir tablo çizmek açısından önemlidir. Bellek, hem kişisel hem de kollektif düzeyde, benlik bilincinin oluşmasını sağlama kabiliyetine sahiptir. Kimlik, zamanla alakalıdır. Bir insanın benliği, zamanın ötesine inşa edilen “diakronik (tarihsel) bir kimliktir (Luckmann, 1983, s. 72). Bu zaman ve kimlik sentezi, bellek tarafından oluşturulur. Zaman, kimlik ve bellek üç düzeyde birbirinden ayrılabilir.
Tablo 1: Zaman, Kimlik, Bellek Düzeyi
İçsel düzeyde, bellek nöro-mental sistemimizle ilgili bir meseledir. Bu bizim kişisel hafızamızdır ve 1920’lere kadar bilinen tek hafıza şeklidir. Sosyal düzeyde bellek, bir iletişim ve sosyal etkileşim meselesidir. Fransız sosyolog Maurice Halbwachs’ın belleğin, genel olarak bilinç, sosyalleşme ve iletişim gibi olduğunu ve belleğin sosyal hayatın bir fonksiyonu olarak analiz edilebileceğini ortaya koyması önemlidir. Bellek, bireyin topluluk içinde yaşamasını sağlar ve topluluk içinde yaşamak bireye bellek oluşturma olanağı tanır. Halbwachs’ın bellekle ilgili çalışmalarını gerçekleştirdiği esnada, Sigmund Freud ve Carl Gustav Jung gibi psikanalistler kolektif hafızaya ilişkin kuramlar geliştirmekteydiler.
Ancak Freud ve Gustav’ın belleğe ilişkin çalışmaları, toplumsal yaşamın dinamiği içerisinde değil, insan ruhunun bilinçsiz derinliklerindeki kollektif belleği tanımlamaya yönelik, içsel ve kişisel seviyeye bağlı kalmıştır (Assmann, 2008, s. 110). Bununla birlikte, sanat tarihçisi Aby Warburg, üçüncü kültürel düzeyle ilgili olarak “toplumsal bellek” terimini; imgeleri, yani kültürel nesnelleştirmeleri, belleğin taşıyıcısı olarak ifade etmektedir. Ancak “kültürel bellek” kavramı ilk defa son yirmi yıl içerisinde kullanılmıştır. Dolayısıyla, kültürel bellek kavramı zaman, kimlik ve bellek arasındaki kişisel, toplumsal ve kültürel boyut arasındaki bağlantı giderek daha belirgin hale gelmiştir (Assmann, 2008, s. 112).
Ritüeller ve gelenekler, ya da daha genel bir ifadeyle, prosedürsel hatıralar, uygulayıcılarının kollektif kimliğini şekillendiren, onlara deklaratif anıları hatırlatan, anımsatma özelliği olan araçlar olarak hizmet etmektedirler. Bir ritüel veya prosedür belleğinde yer alan eylemler kolektif bir duygu veya tutum yaratabilmektedir. Örneğin; diz çökme eylemi, bir teslimiyet ve saygı duygusu yaratır. Bir topluma özgü belirli hareketler, prosedürsel hatıralardan kaynaklanabilir; ancak bu prosedürlerin gerçekleştirilmesinin sonucunda, toplumda uyandırılmak istenen duyguları ortaya çıkartabilmektedir.
İnsanların çoğu, bazı gelenek ve ritüelleri kendi kültürlerine ait olduğunu fark etmeden öğrenir ve uygularlar. Bu ritüel ve gelenekleri uygulamaya yönelik davranışlarını, bir deneyimin ürünü olarak değil, doğal bir şekilde kendiliğinden geliştiğini düşünürler. Bu gibi durumlarda, bilginin ya da öğrenilmiş prosedürün somut hale geldiği söylenebilir. Somutlaşan bilgi, insanların yaşamları üzerinde güçlü bir etki yaratabilmektedir. İçinde yaşanılan topluma özgü birçok gündelik yaşam unsuru bu türden somutlaştırılmış bilgiyi temsil etmektedir. Yemek kültürüne ait gelenek, görenek ve ritüeller bu bilgi kapsamı dahilinde değerlendirilmektedir.
Yemek ile bellek arasındaki ilişki,
gastronomi araştırmalarında David Sutton tarafından detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu ilişki araştırılırken, hem yiyeceklerin gündelik yaşamdaki tüketimi, hem de ritüel tüketimi üzerine odaklanılmıştır. Her yemek başlı başına bir deneyimdir. Dolayısıyla yemekler, hem geçmiş hem de gelecekten izler taşır (Sutton, 2001, s. 8). Yiyecekler maddi kültürdeki, değişiklikleri hatırlamaya teşvik etmenin iyi bir örneğini sunmaktadırlar.
Bu bakımdan maddi kültürle alakalı iki önemli husus üzerinde durmak gerekmektedir. İlk olarak, insanlar maddi kültürü duygusal olarak tecrübe eder. Bir süre sonra, maddi kültürün özdeş duyusal deneyimi, geçmişi çağrıştırmanın ve yeniden keşfetmenin yollarını sunmaktadır. İkincisi ise, zaman geçtikçe nesneler de değişir ve hatırlatma çağrısında da bulunurlar. Bu durumda maddi kültürdeki değişimler kişinin ontolojik sabitliği açısından algılanmaktadır. Nesnelerin değişen karakteri, değişimi algılamanın bir yolunu sunmakta ve bu sayede kişi maruz kaldığı değişimin farkına varabilmektedir (Jones, 2007, s. 57).
Yemek konusu, hafıza ve geçmişe dönük olayları geri çağırma özelliği sebebiyle, hatırlatıcı bir işleve sahiptir. Antropolojik açıdan hafızayla alakalı araştırmalar ile milliyetçilikle alakalı araştırmalara yönelik ilgi 1980’lerin ortalarından itibaren, eş zamanlı bir gelişim göstermiştir (Lambek & Antze, 1998, s. 8). Yemek ve bellek ilişkisini açıklamak için öncelikle ritüeller ve dini pratiklere bakmak gerekmektedir.
Ritüeller, yemek ve hafızanın buluştuğu ortak nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat, bu durum hafızanın gündelik bağlamlardaki önemini ortadan kaldırmamaktadır. Ritüeller ve günlük hafıza karşılıklı olarak birbirini güçlendirme özelliğine sahiptir. Çünkü yemeğin, insanları mekansal olarak bir araya getirmenin yanı sıra, zamansal olarak da bir araya getirme işlevi bulunmaktadır.
Bilişsel bilim alanında çalışan bilim insanları farklı bellek türleri olduğundan söz etmektedirler. Duyusal bellek, kısa süreli bellek, uzun süreli bellek, epizodik, açık, örtük bellek bunlardan bazılarıdır. Bunların bir üst seviyesinde, kolektif, kültürel ve geleneksel bellek vardır. Anılar bastırılabildiği gibi, geri çağrılabilir. Bellek olgusu, öğrenme, zeka ve koşullandırma gibi diğer bilişsel kategorilere temas etmektedir. Bellek oluşturma ve sürdürme noktasında benliği tanımlayan otobiyografik anlatım gerekmektedir (Damasio, 2010, s. 71).
Bu tür bellek türlerinin bazılarının fizyolojik bir temeli varken; bazıları davranış bilimlerine uygun kategoriler altında yer almaktadır. Yemek ve bellek arasındaki ilişkiyi ele alan Jon Holtzman, kültürel belleğin yiyeceklerle ilişkili olduğunu vurgulamaktadır. Holtzman, geleneksel Amerikan bayramlarından olan Şükran Günü yemeklerinden söz etmektedir. Şükran Günü, Kasım ayının sonunda gerçekleştirilen ve hindi tüketilen bir hasat şölenidir.
Hasatla ilişkilendirilen birçok şölen olmasına rağmen, Şükran Günü, aynı zamanda ulusal tarih ve kimlikle ilgili kodları da içerisinde barındıran bir gün olmuştur. Bununla birlikte yemekte yer alan kişilere görsel ve mekansal bellek açısından, hatıralarını kalıcı hale getirmektedir. Şükran Günü yemeği sadece tüketilen yemekler açısından değil, aynı zamanda yemeğin yenildiği mekan olarak tipik ev ortamının seçilmesi açısından da önemlidir. Yemekte, çocuklara ait ayrı bir masa kurulması, yetişkin ve çocuğa ait dünyanın ayrılması anlamına gelmektedir (Stice, Spoor, Bohon, Veldhuizen, & Small, 2008, s. 926).
Kolektif hafıza üzerine çalışmaları bulunan öncü isimlerden biri olan Maurice Halbwachs’a (Sullivan & Hagen, 2002, s. 390) göre; çoğu zaman kendimizi düşünceler ve fikirler, duygular ve tutkularla özdeşleştiriyoruz. İnsanın bu etmenlerle uyum içinde olan ilişkisi, o titreşimlerin kaynağından habersiz bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu noktada, yeme ve hatırlama eylemlerinin her ikisi de bireysel aktivitelerdir. Yani insanın yedikleri, hatırladıkları bireysel hafızasında yer edinir. Oysa ki; herhangi bir yemekle ilgili olarak hafızamızda canlananlar, çevremizle ve diğer insanlarla bizleri yakınlaştıran titreşimsel güçler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ortak kültür, yiyeceklerin ortak anlam ve duygusal uyaranlarla besler ve zihin bu kültürel faktörlerden etkilenirken yiyeceklerle alakalı hatıralar oluşmasını sağlar. İnsanın şu anı tanımlayabilmesi imkansız denilecek kadar zordur; ancak geçmişi tanımlayabilmek mümkündür. Çünkü geçmiş, iyi ya da kötü anılardan ibarettir. Yemek, tat, koku ve görsel uyaranların bir araya gelmesi; mekan ve birlikte yemek yenilen kişilerle birlikte bireylerin zihinlerinde hatıralar oluşturması noktasında önemli bir uyarandır.