Yemek ve Sosyal Medya
Ayşegül Elif ÇAYCI
Yemek tercihleri insanın kültürünü ve kimliğini yansıtmaktadır. Tercih edilen besinler yaşam tarzı, alışkanlıklar, yetiştirilme biçimleri gibi kültürel değerlerden etkilenmektedir. Kısacası insanın yeme tercihleri, kültürel kimliğinin bir yansımasıdır. Yemek tüketimi, öncelikle insanın içinde bulunduğu dünyaya göre şekillenen, insanlığa özgü bir deneyimdir. Yemek tüketim pratikleri ve kültür arasındaki bağlantı, tüm insanlık tarihinin yapısal bir yönünü ortaya koymaktadır. İkincisi; yemek kültürü, insan-yemek ilişkisini somut açıdan ortaya koymanın en etkili yoludur.
Yemek, her zaman insanları biraraya getirme ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesinde vesile olmuştur. Bu da yemeğin, sosyal boyutunu ifade etmektedir. Bu bakımdan yemek yeme, tarih boyunca sosyal aktivite olarak görülmüştür; bu nedenle, yemek ve yeme kalıplarını kavramaya çalışırken, sosyal bağlamını ve sınırlarını çizmek çalışmanın ayrılmaz bir parçasını oluşturmuştur. Yeni iletişim teknolojileri, ilk bakıldığında iletişim kurmayı daha kolay hale getirmektedir; fakat hiçbir iletişim kurma biçimi yüzyüze ve gerçek ortamda kurulan iletişimin yerine konulamaz. Bu bakımdan sosyal medya aracılığıyla kurgulanmış iletişim kurma biçimleri insanlara zaman ve mekansal açıdan kolaylık sağladığından, insanlar çoğu kez gerçek mekanlarda biraraya gelmek yerine sosyal medya platformlarını tercih etmektedir.
Son zamanlarda, sosyal medyada yoğun bir şekilde yemek içerikli fotoğraf, video ve yazılı içerik paylaşıldığı görülmektedir. Bu bağlamda günümüzde çevrimiçi sosyal ağlarda yemek blogları, yemek forumları ve yemek ile ilgili gezi gruplarında sayısal artış olmuştur. Bu sosyal paylaşım ağlarındaki hesaplara bakıldığında kimileri restoranları veya yemek deneyimlerini ya da yemek tarifleri paylaşırken; standart kullanıcıların yemek yeme deneyimlerine ait fotoğrafları çeşitli popüler etiketlerle paylaşıtıkları görülmektedir.
Kullanıcıların sosyal medya hesaplarından paylaştıkları içerikler, bireyin sanal kimliğini ve sosyal kimliğini şekillendirmektedir. Mobil ekranlarda görünür olmak, yeni bir benlik sunumu olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyal ağlardaki benlik sunumu daha çok neyi tükettiğini göstermeye yöneliktir. Tüketilen besinlerin kültürel niteliği ve ekonomik değeri bireysel kimliğin veya statünün sunumunu belirlemektedir. Bu nedenle son yıllarda bireyler ne yediniğini, nerde yediğini ve kimle yediğini paylaşma eğilimindedir.
Popüler bir mekanda yenilen yemek, restoranın konum bilgisine de yer verilerek, kullanıcılar tarafından muhakkak sosyal medya hesaplarından paylaşılmaktadır. Çünkü, günümüz için ne yendiği, nerede, kimlerle yendiği bir sosyal statü göstergesi olmanın yanı sıra, bireyin sosyo-ekonomik düzeyi hakkında da bilgi vermektedir. İnsanların karınlarını doyurmaktan önce, gözlerini doyurmaya ve yemeğin bir gösteri mekanizması haline geldiği günümüzde, yiyecekler toplumsal anlamları ve metaforlar ile beslenme biçimlerini yönlendirebilir ve hangi tür yiyeceklerin sosyal kabul sağladığını belirleyebilmektedirler.
Yemek gösterisi, günümüz açısından güçlü bir metafordur. Sosyal medya hesaplarında paylaşılan fotoğraflar gelişigüzel bir şekilde yayınlanmak yerine, en iştah kabartıcı, en estetik görsellerle paylaşılmakta ve bu görsele maruz kalan bireylerde görsel açıdan haz yaratan duygular yaratmayı hedefleyen içerikte paylaşılmaktadır. Yemeden hemen önce, lezzetli ve görsel açıdan çekici yiyeceklerin paylaşıldığı platformlar genellikle Facebook ya da Instagram gibi ortamlardır. Paylaşılan bu yemek içerikleri, insanların, farklı kültürlere ait yiyeceklerle tanışmasını sağlarken; bir eğlence ve haz unsuru haline gelen yemek, bireylerin tüketim alışkanlıklarını değiştirmektedir.
Akıllı telefonların kullanım oranının artmasıyla, insanlar birbirleriyle sürekli bağlantı halinde ve mobil ekranlarda görünür olma yarışındalar. Dijital devrimin yarattığı bu toplumsal dönüşüm, yemek konusuna bakış açımızı da değişime uğrattı. Kısacası yemek kültürlerimiz dijital hale geldi. Sosyal medyada yer alan yemek şöleni gösterisi, yeni istekler ve arzular üretir; dolayısıyla bu durum yeni tüketim alışkanlıkları doğurmaktadır.
Yeni Gastro Medyada Paylaşım Kültürü
Yemeğin paylaşılması kültürün merkezinde yer almaktadır. Yemek çalışmaları üzerine çalışan bir çok sosyoloğun da belirttiği gibi, yemek kültürün kendisidir (Montanari, 2006, s. xii). Yemek tariflerinin paylaşımı ve farklı kültürlere ait yemeklerin deneyimlenmesi, yemek kültürlerinin tanınırlığının ve paylaşımının artmasını sağlamaktadır. Belirli bir zaman ve mekanın ötesinde, farklı kültürlere ait yemeklerin fotoğraflarının, tariflerinin ve yemek mekanlarının paylaşılmasıyla, geniş bir kültür analizinin yapılmasından söz edilebilmektedir.
Yemek tariflerinin ve fotoğraflarının sosyal medyada paylaşılması, ülkelerin yemek kültürlerinin, ritüellerinin ve geleneklerinin tanıtılması bakımından faydalı olsa da, sosyal medyada yapılan paylaşımların tüketim ve popüler kültürün bir parçası olduğunun farkında olmak gerekmektedir. Bu noktadan hareketle, yemeğe dair her türlü paylaşımın bugün geldiği noktayı değerlendirebilmek adına, biraz daha geçmişe gitmek faydalı olacaktır.
Gündelik yaşantılarımızda hepimiz yiyecekleri paylaşıyoruz. Kutlamalar, özel günler, aile yemekleri, bayramlar ya da iş arkadaşlarımızla çıktığımız sıradan bir öğle yemeği; bir arada olmak ve paylaşmak için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Ayrıca, eve gelen misafire hoşgeldin demenin bir yolu yiyecek ikram etmek, aynı şekilde eve ilk kez gelen misafirler çoğu zaman bir hediye ve iyi niyet belirtisi olarak beraberlerinde yiyecek getirirler. Kısacası yemek, toplulukları birleştirir ve Claude Fischler’ın (1988, s. 280) ifadesiyle yemek; “kollektif aidiyet duygusunun merkezi bileşeni”ni oluşturmaktadır.
Günümüz mobil iletişim araçlarının ve İnternet kullanım sıklığının artmasıyla doğru orantılı olarak, Instagram, Twitter, Zomato, Youtube, Facebook gibi ortamlarda yemeğe dair paylaşımların arttığı hatta yemek temalı hesapların, kanalların, toplulukların kurulduğu gözlemlenmektedir (Deloitte, 2014). Bu noktada şaşırtısı olan şey ise; yemekle ilgili paylaşımlara olan bilimsel ilginin az olmasıdır. Yemeğe dair paylaşımlar yapılması ve yemek tariflerinin paylaşılması kültürel kimlik ve kilit iletişim araçlarının temel yönlerini oluşturuyorsa; bu paylaşımların sosyal medyada ve yeni teknolojilerle nasıl gerçekleştiğini araştırmak; gerek iletişim bilimleri, gerek sosyoloji çalışmaları açısından önem taşımaktadır.
Kollock ve Smith’e göre (1999, s. 4); “Teknoloji, insanların bir araya gelme şekillerini ve iletişim kurma biçimlerini değiştirdiğinde derin bir etkiye sahiptir”. Bir “iletişim sistemi” olarak yemek kültürlerinin araştırılması önemlidir (Barthes, 1979, s. 167). Wellman (2004, s. 28), İnternet’in günlük hayata dahil olmasıyla birlikte, toplumda bazı değişiklikler meydana geldiğini ve İnternet’in, mekana dayalı topluluktan birey temelli topluma geçişi kolaylaştırdığına dikkat çekmektedir. Günümüzde yemekle ilgili kültürel tutumlar, inançlar ve değerler sosyal medya dolayımlı olarak yansıtılmaktadır.
Tıpkı, geçmiş dönemlerde geleneksel medyada ya da yemek kitapları aracılığıyla yasıtılmaya çalışıldığı gibi. Çeşitli toplumların yemek kültürlerine ilişkin çeşitli görsellerin ya da içeriklerin paylaşılması, sosyal medya kullanıcılarının kendi hesaplarından yaptıkları paylaşımlar, bloggerlar, You Tube’da yer alan yemek temalı kanallar, çeşitli yemek programları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
İnternet de tıpkı yemek gibi, bir kültürü oluşturmaktadır. Kendisi fiilen bir şey yapmasa da, iletişimi kolaylaştırır ve kültürün gerçekleştirilebileceği, tartışılabileceği ve geliştirilebileceği bir ortam sağlar. Castells’in de (2001, s. 6) belirttiği gibi; “İnternetin esnekliği, dünyamızı mevcut çekilişkili eğilimlerin yoğunlaşmasına karşı duyarlı hale getirmektedir. Ne ütopya ne distopya, İnternet, kendimizin ifadesidir. Bu nedenle, yemek blogları, Instagram hesapları, tematik yemek kanalları, Facebook toplulukları; hem kültürü yansıtır, hem de şekillendirir.
Sosyal Medya Çağında Yeme Ritüellerinin Paylaşımı
Sanal bir dünya olarak İnternet, gerçek dünyadan tamamen ayrı düşünülmemekle birlikte, kendine özgü kuralların olduğu ayrı bir dünya olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sanal mekan, yaşadığımız dünyanın, sosyal ve kültürel normları çerçevesinde varlığını sürdürmektedir. Fakat aynı zamanda kendine göre kültürler üreten bir alandır (Hine, 2000, s. 40).
İnternet, birbirlerinden farklı, hatta birbirleriyle çelişen bir dünyaya ait gibi görünen ritüelleri araştırmak için olanaksız bir ortam gibi görünse de, İnternet, mevcut ritüeller hakkında bilgi vermek ve ritüellerin nasıl gerçekleştirecekleri konusunda bilgilendirici bir fonksiyon da üstlenmektedir. Genel görüşe göre ritüeller eski, geleneksel ve değişmezken; İnternet ortamında yer alan herşey çağa uygun ve dinamiktir. Bu nedenle, İnternet kullanıcılarının gerçek yaşamdan izole, gerçek yaşamdaki bireylerle doğrudan etkileşimi koparmış, bedensel ve sosyal deneyimlerden uzak olduğu söylenebilir (Katz & Rice, 2002, s. 3). Bu bakımdan ritüeller ve İnternet arasındaki karşıtlık dikkat çekicidir.
Simmel (1997, s. 136-137), yemek konusundaki görüşlerine bir paradoksla başlamakta ve yeme eyleminin tüm insanlar için ortak olduğunu; ancak aynı zamanda en bencil ve bireysel faaliyetlerden biri olduğunu açıklamaktadır. Çünkü tamamen egoist bir ilgi olan yemek, bu ilgiyi sosyal etkileşim ve birarada olma durumu ile birleştirmektedir. Yemek, tüm toplumlar için büyük öneme sahiptir. Bunun en iyi kanıtı, her toplumda onu düzenleyen sayısız kural ve yasaklamaların olmasıdır. Bu yemek kuralları, sadece o topluma ait bireyleri ilgilendirmez; o topluma dışarıdan katılan ve birlikte yemek yiyen kişinin de bu kurallardan haberdar olması gerekmektedir.
Yeni ritüel biçimlerini, İnternet üzerinden hayata geçirme becerimiz ve aynı düşüncede olduğumuz topluluklara ulaşma isteği, onaylanma ve takdir edilme arzusu; fotoğraf veya yazılı içeriklerin sosyal medya hesaplarında paylaşılması yoluyla gerçekleştirilmektedir (Ibrahim, The non-stop 'capture': The politics of looking in postmodernity., 2011, s. 173). Yayınlama ve sosyal paylaşımı mümkün kılan mobil teknolojilerin ortaya çıkışı, her geçen gün artarak devam eden fotoğraf paylaşımı ve yeni medya görselliği etrafında bir dizi kültürel aktivitenin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Yemek fotoğraflarının çoğunlukta yer aldığı, günlük yaşam rutinlerimizin yer aldığı fotoğrafların sosyal medya hesaplarında paylaşılması, yeni medya ritüellerinin ve benliğin doğrulanmasının önemli bir parçası haline gelmiştir. Pew’in (2013), İnternet’te fotoğraf ve video paylaşımının arttığını belirten araştırmasındaki verilere göre; yetişkin kullanıcıların %54’ü kendi çektikleri fotoğrafları ve videoları sosyal medya hesaplarından paylaşmaktadır. Yetişkin kullanıcıların %47’si ise; İnternet’te buldukları video veya fotoğrafları paylaşmaktadır. Instagram fotoğraflarını popüleritelerine göre sıralayan Webstragram’a göre; yemek fotoğrafları birden fazla etiketle paylaşıldığında popüleritesini koruyabilmektedir.
Yemek kültürleri, nesne olarak yiyeceklerin sembolik değerlerinin ve pişirilme yöntemlerinin incelenmesiyle anlaşılabilmektedir. Farklı toplumlara ait yemekler, hem maddi kültür nesnesi, hem de toplumsal ritüellerle bağlamlaştırılmış nesneler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, mutfakların göstergebilimsel bir analizini değerlendirmemiz gerekmektedir. Yemeklerin sembolik açıdan çok anlamlılığı moderniteyi karakterize eder.
Yemekler sadece istatiksel ya da beslenme çalışmaları için kullanılan ürünler değildirler; aynı zamanda bir iletişim sistemi, bir imaj göstergesi, durumlar ve davranışlardır (Barthes, 1997, s. 21). Yemeklerin çok anlamlılığı, çeşitli bağlamlarda çok farklı anlamlara sahip olma eğilimi göstermektedir. Dolayısıyla, yemek, bir iletişim sistemi, kimlik ve ilişkileri ifade etmeye yarayan bir dil türü, cinsiyet, etnisite, millet, festival ve kutlamadır.
Yiyeceklerin bu kadar zengin anlamı içinde barındırması, göstergebilim ve dilbilim, görsel kültürün analizi ve ritüel antropolojisi gibi çeşitli açılardan araştırılması gereken bir konudur. Örneğin; yaş günü kutlamalarında doğum günü pastası kesilmesi, yeni yaşın kutlanmasının ötesinde simgesel anlamlar taşımaktadır. Doğum günü kutlanan kişi kaç yaşına giriyorsa o kadar mum koyulması, kullanılan renkler, dekorasyon, kutlama şarkısı ve belki de her şeyden önce istisnai bir zamana işaret eden şeker tüketimi;
bütün bunlar bir kutlama tatlısı ile konuşlandırılıyor ve sembolik anlamları işaret ediyor. Barthes’ın yemek konusundaki analizine göre; yiyeceklere yüklenen sembolik mesajların anlamlandırılmasına yönelik çaba, bu anlamlandırmayı deşifre etmemizi gerektirmektedir. Bu noktada, yiyeceklerin iki misli değeri olduğu söylenebilir. İlk olarak besin değeri, ikinci olarak ise ilettiği sembolik mesaj. Bununla birlikte birtakım ritüellerde kullanılan ve toplumdan topluma değişen ritüel yemeklerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir (Barthes, 1997, s. 25-26).
Yiyeceklerin çokanlamlılığı, moderniteyi karakterize etmektedir. Yiyecekler sadece bir gıda maddesi değil, temel felsefi düşünceleri kavramsallaştırmanın bir yoludur. Tıpkı zaman, doğa, aile kavramları gibi, yiyecekler de birçok soyut kavramı somutlaştırmanın veya kendimizi ifade etmenin yollarını sunmaktadır. Kısacası yemek kültürleri, toplumların kendilerini ifade etmelerinin bir yoludur.
Yemeğin bir araya gelerek yenilmesi sadece bir ritüel olma özelliği taşımamaktadır. Aynı zamanda toplumu bir arada tutmak gibi hassas bir role sahiptir. Ancak mobil teknolojilerin ve sosyal medya kullanımının yükselişe geçtiği çağımızda, sanal mecralar gerçek hayatın bir yansıması gibi hareket etmektedir. Yemek konulu akademik çalışmalar (Parasecoli, 2008), (Warde, 2016) ve (Rousseau, 2012) incelendiğinde öncelikle birarada olma, toplumu biraraya getiren fonksiyona sahip olma ya da iş bölümü yapılarak yemeğin hazırlanmasına dair bilgilere yer verildiği görülmektedir.
Hatta herhangi bir gıda ürünün ya da yemeğin, üretilmesinden sofraya gelene kadar getirdiği yolculuk değerlendirildiğinde bu süreçte binlerce kişinin yer aldığı ve birlikte sarfedilen bir çabanın sonucunda elde edildiği görülmektedir. Oysa ki sosyal medya paylaşımları ve yemek paylaşımları literatürde yemekle ilgili yer alan tüm bilgileri alt üst etmektedir. Yemekler insanda belirli duyguların uyanmasına neden olabilmektedir. Bu açıdan yemek görselleri arzunun, aşinalığın, huzurun, maneviyatın; aynı zamanda arzu yaratan bir unsur ve anıları canlandıran bir auraya sahiptir.
Sosyal medya, bireylerin özel hayatlarını, gündelik yaşam ritüellerini ve anılarını paylaştıkları bir mekan olarak görülmektedir. Birinin özel anlarına göz atmak, kaçınılmaz olarak bir samimiyet yaratır; ancak sosyal medya platformlarında, özel ve kamusal alanın birarada yer alması, özel ile kamusal alanın birlikte yaşanabileceği melez bir alan yaratmaktadır. Yemek görselleri, özel ve kamusalın birleştiği, maddi tüketim, değişim ve kopuşun karma alanlarının oluşturulabileceği, sosyal ve kültürel değişim alanı sağlamaktadır. Mobil teknolojiler ve sosyal medya aracılığıyla ortaya çıkan bu yeni ritüeller, sosyal bağlantıları düzenlerken, kolektif anlam yaratmak için bir araç haline dönüşürler.
Dijital İletişim Çağında Yemeğin Görsel Hazzı: “Food Porn”
Tarih boyunca yemek; paylaşımın, sosyalliğin, kıskançlığın, aç gözlülüğün yanı sıra itibarın ve toplumsal eşitliğin sembolü olmuştur. Aynı zamanda yemek; insanın duygularını, zevklerini, hatıralarını ve arzularını harekete geçirmektedir. Bu bağlamda yemeğin kendisi ve görselleri, ırk, din, dil, cinsiyet ve yaş ayırt etmeksizin insanları etkilemeyi başaran evrensel bir fenomendir (Ibrahim, 2015, s. 2). Özellikle medya, yemeğin insan üzerindeki bu etki parametresini arttırmaktadır.
“Gastro-porn” kavramı, ilk olarak 1977 yılında Cockburn (Ibrahim, 2015, s. 4) tarafından bir yemek kitabı incelemesinde kullanılmıştır. Kavramın anlamsal karşılığı, çeşitli yemek tariflerine ait renkli görsellerin izleyicideki heyecanı ve ulaşılmazlık hissini arttırmasını ifade etmektedir. McBride (2010, s. 40) ise terimin ilk defa Jacobson kurucu ortağı oldu “Center for Science in the Public Interest” isimli kuruluşun haber bülteninde sağlıksız yiyecekleri tanımlamak için kullanıldığını iddia etmektedir. Ancak McBride’e (2010, s. 41) göre: food porn, bireyin kendisinin yapmadığı ve erişilemeyen yemekleri medyadan izlemesi anlamına geldiğini ifade etmektedir. Dijital iletişimin yaygınlaşmasıyla birlikte görüntü yakalama, paylaşma ve arşivleme eylemleri, yemeğin sosyal ve sembolik anlamlarının bolluğunu da beraberinde getirmiştir.
Bu sayede yemek, dijital platformlar aracılığıyla dijital bir ürüne dönüşerek görünürlük kazanmıştır (Mejova, Abbar, & Haddadi, 2016, s. 250). Aynı zamanda yiyeceklerin görüntülenmesi ve bu görüntülerin başkalarına sunulması günümüzde yaygın olarak kabul görmüş toplumsal bir davranış biçimidir. Yemeğin hazırlanma sürecinden sofraya servis edilmesine kadar ki tüm süreçlerin dijital platformlar aracılığıyla paylaşılması, kültürel bir gösteriyi de beraberinde getirmektedir. Çünkü yemek, aynı zamanda kültürel değerleri temsil yeteneğine sahiptir. Yemeğin hazırlanması, servis edilmesi ve son olarak tüketilmesine kadar ki tüm süreçler aynı zamanda kültürel temsilleri de içerisinde barındırmaktadır. Bu süreçlerin medyada gösteriye dönüşmesiyse aynı zamanda farklı kültürlerin küresel ölçekte görünürlük kazanması anlamına gelmektedir.
Yemeğin dijital platformalar da gösteriye dönüşmesinin temelinde tüketim toplumunda yemeğin meta değeri üzerinden tüketimi maksimize etme amacı yer almaktadır. Bunun için yemek görselleri dijital platformlarda gösteriye dönüştürülerek izleyicilerin haz ve arzuları üzerinden tüketim arttırılmaya çalışılmaktadır. Bu noktada “Food Porn” kavramı ön plana çıkmaktadır. Dijital iletişim çağında “Food Porn” kavramı, yemek fotoğraflarının veya görüntülerinin özellikle sosyal medya platformlarında insan arzularını harekete geçirecek şekilde gösterilmesini ifade etmektir (Rousseau, 2014, s. 748).
Kavram genellikle yemeğin arzu edilir olduğunu ya da yemek görselinin estetiğine (aydınlatma, yakın çekim, renk doygunluğu) vurgu yaparak ulaşılmak istenilen bir yiyecek görselini tasvir etmek için kullanılmaktadır. Bu süreçte gösteriye dönüşen yemeğin ulaşılır olmaması, yemeği tüketme arzusunu arttırırken, aynı zamanda izleyicilerdeki haz duygusunu harekete geçirmektedir. Estetik ve lezzetli görünen gıdaları yemenin “muhtemel” etkileri ciddi uyaranlara dönüşmektedir. Chamberlain’e (2004, s. 470) göre; yemek ilişkilerimize, dilimize, imajımıza nüfuz etmektedir.
Ayrıca yemek görselleri geleneksel ve dijital iletişim kanalları aracılığıyla izleyicileri görsel doyuma ulaştırmaktadır. Aynı zamanda duyuları da harekete geçirmektedir. Böylelikle bir “röntgenci” gibi yemek ve yemek görselleri dikizlenmektedir. Ancak en nihayetinde yemek görsellerinin paylaşılmasındaki amaç, izleyicinin yemek görseliyle ortaya çıkarılan duygularını deneyimlemesini sağlamaktır. Bu deneyimin gerçekleşmesi de ancak tüketme eylemiyle yerine getirilebilmektedir.
Sosyal Medyada Benliğin Sunumu ve Yemek İlişkisi
İnsanlar, gündelik yaşamlarında bulundukları ortamdaki diğer kişiler hakkında bilgi edinme ya da sahip oldukları bilgileri kullanma yaklaşımı içindedirler. Bu bilgiler kişinin demografik özelliklerinden meydana gelmektedir. İnsanların bu bilgileri edinmeye çalışmalarının asıl sebebi; hakkında bilgi edinilmek istenen bireyden ne beklendiği ya da kişinin bizden ne gibi isteklerde bulunabileceğini tahmin etme gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır (Goffman, 2004, s. 15).
Kişinin kendini ifade etmesinde bir takım dışavurumsal tavırlarla birlikte, giyim, müzik, yaşadığı semt, spor ve yemek tercihleri kişi hakkında birçok bilgi edinilebilmesine olanak sağlamaktadır. Goffman’a göre; kişinin kendini ifade etme şekli birbirinden farklı işaretleşme faaliyetleri içermektedir. Bu işaretleşme faaliyetleri, verdiği izlenim ve yaydığı izlenim olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilkinde, sözlü simgeler ve bunların yerine geçen şeylerden söz edilmektedir.
Bu sözlü simgeler, kişinin sadece kendisinin ve başkalarının bu simgelere yükledikleri anlamı iletme amacıyla kullanılmaktadır (Goffman, 2004, s. 16). Gözlemlenen kişi açısından duruma bakıldığında, gözlemlenen her daim kendisi hakkında olumlu düşünceye sahip olunmasını, gözlemcilerle ilgili tutumunun anlaşılmasını veya kendisi hakkında herhangi bir izlenimde bulunulmamasını isteyebilir. Bu iletişimdeki etkileşimin sağlanabilmesi açısından gözlemlenen kişinin insanların kendisine nasıl davranacakları konusundaki denetimi elinde bulundurması lehine olacaktır.
Kişi, diğerlerinin gözünde itibar oluşturma çabasında, onlardan almak istediği tepki veya belirlemek istediği intiba söz konusu olduğunda, hesaplanmış eylemlerde bulunarak kendini ifade edebilir. Kimi zaman da bu eylemleri planlamadan doğaçlama bir şekilde gerçekleşebilir. Genellikle kişinin karşı tarafta yaratmak istediği intiba söz konusu olduğunda, gözlemciler kişinin işine gelecek şekilde davrandıklarını bildiklerinden şahit oldukları davranışları ikiye ayırırlar. İlki; kişinin kendi kontrolünde olan, sözel ifadelerden oluşan davranıştır.
İkincisi ise; üzerinde denetim sahibi olmadığı, yaymış olduğu ifadeden meydana gelen davranıştan meydan gelmektedir. Gözlemleyen kişiler, bireyin kendi kontrolünde olan davranışlarını, kendi denetiminde olmayan davranışlarını kontrol etmek ya da gerçek olup olmadığını sınamak için kullanabilirler. Örnek vermek gerekirse; başka bir kültürden gelen misafire yöresel yemeklerin sunulduğu bir ev ziyaretinde, yemekleri hazırlayan ev sahibi bir yandan misafirin nazik sözlerini dinlerken, diğer taraftan da kişinin yemek yeme şeklini kontrol ederek yemeği beğenip beğenmediğini anlamaya çalışmaktadır (Goffman, 2004, s. 20).
Kişinin kullandığı aksesuarlar, giydiği kıyafetler, evini dekore etme tarzı, yemek tercihleri, dinlediği müzik; kişiye kültürlü, entellektüel, enerjik, özgür ya da yaratılmak istenen herhangi bir görüntü verebilir. Ancak Goffman’ın Vogue dergisinin kapak kızı örneğinde görüldüğü üzere; kapakta yer alan model, giyimi, duruşu, yüz hatlarıyla ve elinde tuttuğu kitapla kültürlü izlenimi verebilir. Ancak kendilerini olduklarından farklı biçimde göstermeye uğraşanların kitap okumaya çok fazla vakit ayırabildikleri söylenemez. Sartre bu durumu şu örnekle açıklamaktadır:
“İlgili olmak istyen ilgili öğrenci, gözleri sabit bir şekilde öğretmende, kulakları pür dikkat, ilgili rolü oynarken kendini o denli tüketir ki en sonunda hiçbir şey duyamaz olur” (Sartre, 1956, s. 60). Belirli bir performansı sergileyen bir profesyonel, uzman olduğu konuda gündelik hayat içerisindeki herhangi bir mekanda alçakgönüllü davranabilmektedir; ancak kendi profesyonel sosyal ortamına döndüğünde etkli bir görüntü sergileme çabası içerisindedir.
Bir diğer konu, bireyin toplumsal statüsünü belirlemek, entellektüel birikimi yüksek göstermek için çeşitli etkinliklere katılmasıdır. Bu etkinlikliklere başvurmak bireye bir kişilik, iktidar ve üstünlük ifadesi katmaktadır. Yani gündelik bir rutinin sergilenmesi, gözlemciye farklı açılardan idealize edilmiş bir izlenim sunabilmektedir. Kendimizi başkalarının gözünde idealize etme çabamız ya da olduğumuzdan daha iyi bir izlenim yaratmaya çalışmamız, eleştirilecek ya da sahtekarlık olarak nitelendirilecek bir davranış olarak görülmemelidir.
Çünkü; eğer daha iyi görünme çabası içinde olmasaydık, kendimizi geliştiremeyecek veya dünyaya idealize edilmiş görüntümüzü sunma dürtümüzü harekete geçiremeyecektik. Bireyin kendini gündelik rutinler içerisinde farklı performanslarla sergilemesi son derece doğal kabul edilmelidir. İnsanların kendilerinni sergiledikleri bu ortamlardan uzak durmaya çalışmak, gerçeklerin sahnelendiği mekanlardan uzak durmak anlamına geldiği unutulmamalıdır.
Bireyin kendini idealize gösterme dürtüsünün yanı sıra, altlarda olanlarda sürekli yukarı çıkma arzusu olduğu görülmektedir. İnsan, her zaman daha prestijli bir konumda olma arzusuna sahiptir. Bu noktada ekonomik güç, aynı zamanda statü simgesi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Marjorie Plant’in, İskoçya’da ev yaşamından verdiği örnekte şu detaylar yer almaktadır:
“Kesin olan bir şey var: Ortalama bir lord ve ailesi sıradan yaşamlarında misafir ağırladıkları zamanlara göre çok daha tutumlu yaşarlardı. Önemli olaylarda kendilerini gösterir ve ortaçağ soylularının ziyafetlerini andıran yemekler sunarlardı; ama tıpkı o soylular gibi, kutlamalar arasındaki süre boyunca, o zamanların tabiriyle “evi gözlerden saklar” ve en sade yemeklerle idare ederlerdi. İyi saklanan bir sırdı bu. Edward Burt bile, Dağlılar hakkındaki tüm bilgisine rağmen günlük öğünlerini anlatmakta zorlanmıştı.
Kesin olarak söyleyebildiği tek şey, bir İngiliz ağırladıklarında gereğinden fazla yiyecek sunduklarıydı; “ve,” diyordu, “ev sahiplikleri hakkında kötü düşünmemizdense tüm köylüleri yağmalamayı tercih ederler; ama hizmetlerinde çalışanların pek çoğundan duyduğum kadarıyla... her ne kadar yemekte beş-altı uşak hizmet etse de, bütün o havaya rağmen, genellikle çeşitli şekillerde hazırlanmış yulaf ezmesi, turşulanmış ringa veya o tür ucuz ve sıradan yemekler yiyorlarmış” (Plant, 1952, s. 96-97).
Bireyin sosyalleşmesinde, gözlem yapmak önem taşımaktadır. Ayrıca toplumdaki diğer bireyleri tanımak, kendini doğru ifade etmek ve karşısındakini doğru anlamanın yolu gözlem yapmaktan geçmektedir. İnsanlar yiyecek tercihinde bulunurlarken son derece dikkatli bir yaklaşım içindedirler. Yemek seçimi biyolojik faktörlerin yanı sıra; sağlık, inanç, sembolik değerler gibi etmenlerin etkisiyle gerçekleştirilmektedir. Örneğin; pek çok kültürde kırmızı et yemenin kişiyi güçlendireceğine inanılırken; Hindular’ın dini inancına göre et yemek kesinlikle yasaklanmıştır. Farklı beslene biçimleri uygulamak, kişiyi diğerlerinden ayırt etmektedir. Aynı yiyeceği tüketmek ya da diğerlerinden farklı bir yiyecek tüketmek bir gruba ait olmanın ya da diğerlerinden ayrılmanın bir göstergesi olabilir.
Bunun yanı sıra beslenme alışkanlıkları, bireysel veya grup olarak kimliğin önemli bir göstergesidir. Bu durum, belirli bir ülkeden olan insanların kendilerini diğerlerinden, yemeği tercih ettikleri yiyeceklerle adlandırarak ayrt edilmeleri durumunda gözlemlenebilmektedir. Örneğin; kurbağa bacağı yiyen Fransızlar “Frogs”; lahana yemeği sevdikleri için “Krauts” diye çağırılan Almanlar. Kimlik sosyal olarak inşa edilir ve bu süreç hiçbir zaman durağan değildir. Çünkü; değişim sosyal hayatın doğasında vardır ve doğa her daim kendini yenileme özelliğine sahiptir. Kimlik inşası yeme alışkanlıkları vasıtasıyla değişen bir olgudur ve tıpkı doğa gibi durağan değildir.
Sanal bir iletişim dünyası meydana getiren sosyal medya; bilgi edinme, eğlence, kişilerarası iletişim, evlilik, arkadaşlık, toplumsal statü gibi ilişkilerin şekillendirildiği bir ortam olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan coğrafi ve zaman gibi sınırlamaları ortadan kaldırmanın yanı sıra, insanların farklı alanlara yönelik ilgilelerini tematik bir şekilde gruplandırarak, ilgi alanlarına uygun olarak insanların tematik sosyal medya kanallarında yer almalarına olanak sağlamaktadır. Bu açıdan sosyal medya yeni bir yaşamsal faaliyet alanı olarak karşımıza çıkar ve bireylerin benlik ve kimlik performansını sürdürdüğü sanal bir ortam olarak yeni bir yaşam alanı sunar.
Modern Yemek Kültürünün Ortaya Çıkmasında Influencerların Rolü
Sosyal medya gün geçtikçe tüketiciler tarafından, televizyon ve reklam gibi tanıtım mecralarından daha güvenilir bir bilgi kaynağı olarak algılanmaktadır (Foux, 2006, s. 38). Sosyal medyanın artan popülaritesiyle, tüketiciler bilgi ve medya kuruluşlarına daha fazla erişebildikleri için, hem mesajların hem de medyanın kontrolü altındadırlar.
Yemeğe dair paylaşımlar kültürün merkezinde yer almaktadır. Yemek tarifleri, fotoğraf ve video gibi içerikler ya da restoran önerileri gibi bilgi paylaşım yolları kültürel aktarımın sağlanmasında faydalı olmaktadır. Diğer taraftan sosyal medya, gıda endüstrisinde pazarlama açısından güçlü bir varlık haline gelmiştir. Yemek içeriklerinin, sosyal medya aracılığıyla paylaşılması, özellikle de dijitalleşen dünyamız için gittikçe önem kazanırken; her senenin yemek trendlerinin belirlenmesi açısından da önem taşımaktadır. Bütün bunlar, belirli bir kültüre ait olan bir yemeğin, zaman ve mekandan bağımsız olarak kültürün paylaşılmasına olanak sağlamaktadır (Philipov, 2017, s. 241).
Yemek, medya ve mekan arasındaki kesişen ilişkilerin incelenmesi, konunun farklı alanlar perspektifinden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bu konuların başında; sağlık, gıda yönetişimi, sürdürülebilirlik ve şöhret gibi alanlar gelmektedir. Ancak bu noktada bana göre en çarpıcı olan şey; medyada yer alan yemek uygulamaları ve politikalarının üretiminde karmaşık, çelişkili ve giderek artan merkezi rolü hakkında ortaya koyduğu şeydir. Medya, gıda ve gıda politikalarının yeniden tanımlanamayacağı; ancak yeniden tasarlanıp yeniden üretilebileceği bir potansiyel alan olarak inşa edilmektedir. Medya, yiyeceklerin kültürel ve maddi açıdan ne anlama geldiğini anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Yemek, fiziksel bir ihtiyaç olmanın ötesinde, duygusal açıdan da insanın doyuma ulaşmasına olanak sağlayan bir olgudur.
Geçmiş yüzyıllardan beri yapılan savaşlar, tören ve ritüeller, politik anlaşmalar, sağlık, moda ve güzellikle alakalı birbirinden çok farklı alanın kesişim noktasında yer almaktadır. Artık insanlar sosyal medya hesaplarından sadece selfie, aile fotoğrafı, manzara fotoğrafı paylaşmamaktadır. Son günlerde yemek hiç olmadığı kadar sosyal medyanın ve popüler kültürün merkezine uturmuş vaziyettedir. Çünkü yemekle ilgili paylaşılan içerikler, kimlik ve statü göstergesi olmakla birlikte; tüketime yöneltme ya da hedonik güdüleri harekete geçirme gibi amaçlara da hizmet etmektedir. Geçmişe oranla,
Gastronomi Araştırmalarında sadece profesyonel bir alan olarak algılanmamakta; sıradan insanlar için de özel ilgi alanına giren bir konu haline gelmiştir.
Sosyal medya, insanların fikirlerini, görüşlerini, deneyimlerini ve bakış açılarını paylaşmak için kullandıkları çevrimiçi teknolojiler ve tekniklerden meydana gelmektedir. Metin, fotoğraf, ses ve video dahil olmak üzere birçok farklı formatta görsel sosyal medyada yer almaktadır. Sosyal medya influencer’ları, genellikle kullanıcıların etkileşimde bulunabilmeleri için blog, mesaj panosu, podcast, wiki ve vlog gibi teknolojileri kullanmaktadır. Bu noktada öncelikle “influencer” kavramı açıklamak gerekmektedir.
Influencer; etkisi, bir kişiyi, olayı veya olayların gidişatını etkileyebilecek güç olarak tanımlanmaktadır. Bu noktada etki, doğrudan satın alma tavsiyelerinden, bir satıcının güvenilirliğinin algılanmasındaki ince değişikliklere varana dek birçok farklı şekilde kendini göstermektedir. Bununla birlikte, etkileme, bir başkasının belirli bir konu hakkındaki fikrini etkilemeye elverişli bir ortam yaratma eylemi olarak da karşımıza çıkabilmektedir. Bir kişinin diğerini ikna ederek kendi tarafona çekme yeteneği, sadece bir satış elemanında mevcut olan en değerli becerilerden biri değildir. Aynı zamanda ister iş dünyası, ister siyaset, spor ya da eğlence alanında ya da liderliğin herhangi bir konumu açısından önemlidir.
Influencerlar, tüketicinin satın alma kararını önemli ölçüde şekillendiren üçüncü taraflar olarak tanımlanmaktadır. Influencerların sosyal ağlarda ne kadar zaman geçirdikleri; bu işi statü için mi yoksa iş sorumluluğu olarak mı yaptıkları; insanları etkileme özelliklerinin kişilik gücü, derin konu bilgisi mi, yoksa sadece doğru zaman doğru yer mi olduğu gibi noktalardan biri veya hepsinin kombinasyonu bir influencerda olması gereken özellikler olabilir. Ancak influencer olmak için sahip olunması ya da yapılması gerekenler gibi bir formülden söz etmek mümkün değildir. Yapılan araştırmalar, yirmiden fazla influencer türü olduğunu göstermektedir. Bu kategoriler sosyal medyadan önce de vardı; fakat bunların etkilerinin tanınması ve bunları doğrudan bir şirketin pazarlama faaliyetlerinin bir parçası olarak ele alma ihtiyacı karşımıza yeni çıkan bir durumdur (Brown & Hayes, 2008, s. 55).
Yemek her zaman insanları bir araya getiren sosyal bir olgu olmuştur; ancak internetin ve yemek influencerlarının ortaya çıkmasıyla, deneyimlediğimiz yemek çeşitleri ve restoranlar değişmektedir. İnternetin yemek konusunda başvurulabilecek bir otorite haline yükselmesi, gastronomi uzmanlığı konusundaki algıları değiştirmiştir. Bu durumun neticesinde, sosyal medyanın yemek trendlerini etkileme gücü meşrulaşmıştır. Instagram ne yiyeceğimizi, nerede ve ne zaman yiyeceğimizi; kısacası yeme alışkanlıklarımızı belirleme gücünü elinde bulundurmaktadır. Sosyal medyada karşımıza çıkan yemek influencerları, televizyon karakterleri ve markalı içeriklerden çok daha kolay ulaşılabilir kişilerdir.
Doğrudan takipçilerinin yorumlarına yanıt verebilirler veya kendi imkanlarıyla hazırladıkları DIY(Do It Yourself) yani kendin yap projelerle (vloglar çekmek, kendi mutfaklarında hazırladıkları yemeklerin görüntülerini yayınlamak) reklamlardan çok daha samimi bir izlenim yaratmaktadırlar. Sosyal medya influencerlarının gerçekliği ve samimi duruşu, takipçileri açısından onları çekici kılan önemli bir unsurdur.
Günümüzde bir aşçının işi artık sadece yemek pişirmekle ilgili değil; kendisinden aynı zamanda televizyon, basılı ve sosyal medyada ünlü bir profil inşa etmesi gerekmektedir. Çünkü yemek insanlar için sadece biyolojik bir ihtiyaç olmanın çok ötesine geçerek; zevk ve eğlence unsuru haline gelmiştir. İşte bu nedenle; artık insanlar kendilerine lezzetli bir şölen sunulmasıyla yetinmemektedirler. Damak tadlarına hitap edecek yiyeceklerin, bir şovla ya da eğlence unsuru sayılabilecek diğer şeylerle birlikte sunulmasını beklemektedirler. Bu durumun farkında olan şeflerde aranan özellikler günümüzde değişime uğramıştır.
Artık şeflerin; medyayı etkin kullanan, güvenilir, saygı uyandıran ve ulaşılması kolay insanlar olmaları gerekmektedir. Günümüzde MasterChef, Arda’nın Mutfağı, Alaçatı Ot Festivali, Edirne Ciğer Festivali gibi sıralanabilecek çok sayıda televizyon programı ve festivalin yanı sıra, Twitter, Instagram, Facebook gibi çevrimiçi sosyal ağ siteleri, şeflerin izleyicilere ulaşabileceği çok sayıda medya kanalı bulunmaktadır.
Bu medya kanallarının başarılı bir şekilde kullanılması, şefi ünlü bir figür olarak sunmaktadır. Şeflerin sosyal medyadaki etkileşimleri, aynı zamanda erişilebilir olmalarını sağlarken; aynı zamanda güvenilir ve saygı duyulan kişiler olmasını da sağlamaktadır. Bu sayede sosyal medya aracılığıyla paylaştıkları içeriklerin, kullanıcılar üzerindeki etkinliği artmaktadır.
Bourdieu, tüketiciyi sınıflandırmak için tüketimin dikkat çekici olmasına gerek olmadığını savunsa da; sosyal medya, özellikle Instagram, dikkat çekecek şekilde farklı yollar yaratmıştır. Instagram kullanıcıları, genellikle restoranda ya da evde, güzel pişirilmiş ve sunumu iyi olan bir yemek yediklerinde, genellikle fotoğrafını paylaşmaktadırlar. Paylaştıkları yemek fotoğraflarının diğer kullanıcılar tarafından beğenilmesi ve takdir edilmesi, içeriği paylaşan kullanıcının kendi zevklerini temsil ettiğini düşünerek kendileriyle özdeşleşmesine neden olmaktadır.