Her Şey Dahil, İnsan Değil
Türkiye'deki turizm sektörünün çarkı, çalışanı kazanç kalemlerinden biri olarak gören zihniyet tarafından döndürülüyor. “Bir gün tuvalete girdiğimde kanlar içinde bir kadın yerde yatıyordu. Bizim otellerde personel soyunma odası ve tuvalet aynı yerdedir. Odayı temizlerken çocuğunu düşürmüş.
O kadın hastaneye kendi başına gitti. Masraflarını kendi ödedi. çocuğunu aldırdıktan sonraki gün de oda temizlemeye devam etti.” Turizm işletmelerinde yıllarca şeflik mertebesinde emek vermiş, bugün ise işsiz olan Didem anlatıyor.
Olay Antalya’da, beş yıldızlı bir “her şey dahil” tesiste gerçekleşir. Bir anne bitmek bilmeyen saatler boyunca ağır iş yapmaktan bebeğini kaybeder. Bundan kimsenin haberi olmaz. çünkü işveren öyle ister.
Yeni bir turizm sezonuna daha giriyoruz. Her yıl olduğu gibi ülkemiz yine artan turizm geliriyle övünmeye başladı. Basında, yükselen istatistiki bilgiler yine gözümüze gözümüze sokuluyor.
Mesela, Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere göre 2014’ün ilk üç ayında yabancı turist sayısı geçen yılın eş dönemine göre yüzde 6.1 artarak, 4.7 milyondan 5 milyona çıkmış.
Bar garsonu Seda
ülkemize en fazla turist gönderen ülke ise Almanya olmuş. Almanların ilk aklına gelen tatil yerlerinden biri Antalya. Nedenini anlamak zor değil. Yılın her dönemi beş yıldızlı bir tesiste, “her şey dahil” yani “alles inklusive” sistemde yedi gün boyunca tatil yapabiliyorlar. üstelik 200 avro gibi fiyatlardan başlayarak. İnanması güç ama bu fiyatlarda bazı paketlere uçak biletleri bile dahil olabiliyor.
“Her şey dahil” tatilin fiyatları avro bazında düşedursun, o otellerde kurulan dekorların ardına bir göz atmak lazım gelir.
Meryem beş yıldızlı bir otelde ön büro şefi, müşterilerle ilgileniyor. Departmanda iki dil bilen tek eleman olduğu için Meryem oldukça yoğundur. Acıkmıştır ancak henüz yemeğe çıkamamıştır. Resepsiyon telefonundan patron arar ve Meryem’i yanına çağırır. Meryem kovulmuştur. Gerekçe boyunun kısa olması ve ön büroya yakışmamasıdır.
Seda ise bar garsonu: “Otelimiz el değiştirdi. Maaşlarımız zaten azken daha da düşürüldü. Gerekçe olarak da tesis imkanlarından yararlandığımız söylendi. Oysa binbir çeşit yemeğin hazırlandığı açık büfeden bile yararlanamıyorduk. Giderleri kısmak için çalışanlara maliyeti düşük yemekler yediriyorlardı.”
Açık büfelerin ihtişamı çalışanın tabağına ne otelde ne de evde yansıyor. Turizmden ekmek kazanmaya çabalayan insanlar fazlasıyla yıpratıcı bir yaşam mücadelesi içinde. Ve durum her geçen yıl daha da kötüye gidiyor.
Aşçı Mustafa
Mustafa, 13 yıldır Antalya’da “her şey dahil” otellerde aşçılık yapıyor. Her sene 12 ay çalışma sözüyle işe başlıyor, 7 ay sonra “askıya alınarak” işsiz kalıyor: “Nasıl mı yaşıyoruz? 25 TL’ye de bebek bezi var 10 TL’ye de. En ucuzunu, en sağlıksızını alıyoruz. Her gün çeşit çeşit et yemekleri pişiriyorum, çoğunu tabaklarda artık kaldığını, çöpe gittiğini görüyorum ama bir buçuk yıldır evime et alamıyorum. Benim bir buçuk yaşında bir kızım var.”
Türkiye’ye gelen turist sayısı artıyor, kazanan kazanmaya devam ediyor. Bu çark, çalışanı kazanç kalemlerinden biri olarak gören zihniyet tarafından döndürülüyor.
Hakan ve Canan
Hakan dokuz yıllık çalışma hayatında bir kez bile sigortalı olarak çalıştırılmamış. Belboyluk yaptığı dönemde birçok kez denetime rastgelmiş: “Görevli sigortaları kontrol etmek için gelmiş. Burnumuzun dibinde.
Orada hiçbirimiz sigortalı çalışmıyoruz ama adam bizi bir türlü görmüyor, ne bedenimizi ne de evraklarımızı. Sonra müdür kasadan iki bin lira getirmemizi istiyor. Sigorta işverene masraftır sonuçta, bizi de o yüzden sigortalamak istemiyorlar.”
Bar garsonluğu yapan Canan. sendikaya dahil olmak koşulu ile işe alınmış ancak sadece patronların istediği sendikaya: “Bana Türkiye Otel Lokanta Dinlenme Yerleri İşçileri Sendikası’na (TOLEYİS) üye olmam gerektiğini söylediklerinde çok şaşırmıştım. çalışanını böyle kollayan, bilinçli bir işletmede işe başlamak mutlu etmişti beni.
Ama daha sonra işler değişti. Haklarımızı alamadığımızdan grev ve eylem çağırısı yaptık ancak sendikamız bunu reddetti. üstelik işçileri greve gitmemeleri için tehdit ettiler. Meğerse başka sendikaların otele girmemesi için düzenlenen anlaşmalı bir olaymış. Hem sendikadan hem otelden ayrıldım. Ancak birçok arkadaşım korktukları için ayrılamadılar.”
Turizm öğrencileri bir zamanlar staj döneminde her departmanda belirli süreler çalışır deneyim kazanırmış. “Her şey dahil” sistem ilerledikçe stajların amacı da değişmiş. Hatta sistem stajyerler üzerinden dönmeye başlamış.
Kemal ve Neslihan
Kemal’in çalıştığı otelin yıldız sayısı beşi bile geçmiş ancak o yıldız bolluğunda bile şartlar çok parlak görünmüyor: “Günde 16-17 saat vasıfsız eleman olarak çalışıyoruz. Eğitim almıyoruz, kölelik öğreniyoruz. Eylül ayında oteller yana yakıla işçi arar çünkü staj dönemi eylülde biter. Sömürü o safhada yani.”
Tatil fiyatlarının özellikle turistlere bu denli “cazip” hale gelmesi müşterilere de yansıyor elbet. Neslihan bir gün bölüm şefi olarak toplantıya katılır: “Bölüm şefleri acil bir toplantıya çağrıldı. Saatler süren toplantının konusu ‘misafirlerin daha az yeme ve içmelerini sağlamak’tı. Karar ertesi gün uygulamaya kondu. Akşamüstü 5-6 gibi havuz başında gözleme saati devreye sokuldu; yemekten hemen önce, insanlar acıkmaya başlamışken.
Gözlemenin maliyeti düşük sonuçta. İçki tüketimini azaltmak için de havuz başlarında soğuk limonata servisleri başladı. Mideler bu şekilde doldurulmuş oldu.” “Stajım boyunca turizme dair tek şunu öğrendim” diyor Kemal: “Patronlar ne kadar büyürse eleman o kadar küçülüyor.”
önümüzde insanlığa ders olması zorunlu bir Soma örneği var. Patron büyüdükçe emekçi küçülmekle kalmıyor, yaşamı feci bir şekilde son buluyor. Bu katliamın boyutu belki bahsi geçen turizm şartlarıyla karşılaştırılamaz ama varolan ihmal, umursanmayan insan hayatı ve sadece kar güdümlü zihniyet tüm alanları işgal etmiş durumda. Uyanmak için daha ne kadar canın yanması gerekiyor?