Yemek Kültürünün Sosyal Hayat ve Din ile İlişkisi

Yemek Kültürünün Sosyal Hayat ve Din ile İlişkisi

Hem bireysel kimliğin oluşumu, hem de kültürün nesilden nesile aktarımı açısından, toplumsallaş 'ma süreci merkezi bir öneme sahiptir. Bu süreç, bireyin...

Yemek Kültürünün Sosyal Hayat ve Din ile İlişkisi 
Ayşegül Elif ÇAYCI  
 
Yiyeceklerin sembolik potansiyeli o denli güçlüdür ki; yiyecekler kimlik duygusunun merkezinde konumlanmaktadır. Bununla birlikte, yiyecekler, belirli bir grubun yeme biçimleri, ortak kimliği, hiyerarşik konumu, örgütlenmesi konusunda bilgi verebilmektedir. Fischler, yiyeceklerin bireysel kimliğin merkezi olduğunu ileri sürmektedir. Yeme eylemi, sadece fizyolojik bir kavram olarak düşünülmemelidir. Besinlerin vücudumuzun fiziksel dokusuna dahil edilmesinim ötesinde, inançlarımıza ve kollektif temsillerimizle ilişkilidir. Dolayısıyla Fischler için, bir Alman özdeyişi olan ‘ne yersen o’sun’ sözü, hem biyolojik hem de sembolik anlamlar içermektedir (Fischler, Food, Self and Identity, 1988, s. 281).    
 
Hem bireysel kimliğin oluşumu, hem de kültürün nesilden nesile aktarımı açısından, toplumsallaşma süreci merkezi bir öneme sahiptir. Bu süreç, bireyin kendini bulduğu toplumsal roller perspektifinden, toplumun norm ve değerlerini içselleştiren süreci ifade etmesi açısından önem taşımaktadır. Toplumsallaşma, bebeklik döneminde ailede başlar; okul aracılığıyla devam eder; ancak bu gelişim sadece çocukluk dönemiyle sınırlı değil, yaşam döngüsü boyunca devam eden bir süreci temsil etmektedir. Dahası, sosyalleşme sadece edilgen bir süreci ifade etmez. Bireyin kendisi sosyalleşme sürecinde aktiftir; fakat bu noktada bireyin aşırı sosyalleşmesi dikkat edilmesi gereken bir durumdur.  
 
Bireyin doğduğu kültürün, yemek kültürünü tanıması ve kabul etmesi, sütten kesilmesiyle başlamaktadır.  Bu aşamada, bebek nispeten katı gıdaların küçük bir bölümünü deneyimleyebilmektedir. İlerleyen zamanlarda, kendi kültürüne ait olan yiyecek çeşitlerini deneyimledikçe, bu aralık genişlemektedir. Bu noktada bireyin damak tadının şekillenmesinde ve nelerin yenilebileceği, neyin yenmesinin yasak olduğu din ve kültürel normlarla düzenlenmektedir. Anderson’un da, Durkheim’a atıfta bulunarak aktardığı gibi, bir dizi ritüel, tören ve dini ayinde, kaçınılmaz olarak yemek ile bir ilişki içermektedir. 
 
İnsan varoluşunun temel, evrensel bir yönü olarak yemek; dinin sembolü, ibadet konusu, paylaşımın işareti ve birleşme unsuru olarak dinin merkezinde yer almaktadır (Anderson, 2005, s. 45).  Dünyadaki tüm dinlerde yiyeceklerin sembolik değerleri muazzamdır. Farklı inançların her birinde, insanların yaşamlarını yönlendirecek emir ve yasakların yemek ile ilişkilendirildiği açıkça görülmektedir. Bu sebeple yemek artık hayatta kalmanın bir yolu ve biyolojik bir gereklilik değil, aynı zamanda kültürel olnaylama sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır.  
 
Yahudilikte yer alan 613 emir yemek konusuyla ilişkilendirilmiş ve Eshi Ahit’teki ana hatları temel almaktadır. İncil’de yer alan bazı pasajların çoğunun et tüketimine yönelik düzenlemelerden bahsettiği görülmektedir. Bunun nedeni ilk çağlardaki insanların vejeterjan olması ve daha sonraki tarihlerde etçilleşmesi olarak açıklanmaktadır. İncil’e göre; et yemek doğal bir durum veya kabul edilebilir bir hak değildir. Et yemek, bir düzenin ihlali anlamına gelen ve sadece belirli koşullar altında izin verilen bir durum olarak tanımlanmaktadır. Yahudi geleneği, beslenme eyleminde bir anlam ifade etmeye yöneliktir; seçim ve sürekli doğrulama öğretir, insanın doğayla olan ilişkisini tanımlar ve kutsallıkla derinden ilgilidir. 
 
Bu inanca göre; yeme eylemi bir ayin, kutsal bir yol ve eylem, mükemmeliyet için bir araç haline gelir. Artık hayatta kalmanın bir yeme ile olan ilişkinin nispeten özgür olmasına rağmen, bazı kaideler, özellikle Paskalya Perhizi sırasında, oruç tutmayı ve et tüketimini sınırlamayı emretmektedir. İslamiyet, ne Yahudilikte olduğu kadar katı kurallar getirmekte, ne de Hristiyanlık’ta olduğu kadar özgür bir yaklaşımı benimsemiştir. Müslümanların, hangi yiyeceklerin helal hangilerinin haram olduğuna dair bir takım kuralları vardır. 
 
İslamiyette, et tüketimine yönelik bir kısıtlama getirilmezken; gastronomi araştırmalarında Yahudilik ve Hristiyanlığın aksine, alkollü içeceklerin tüketimine dair yasaklamalar getirilmiştir. Beslenmeye yönelik uygulamaların dini açıdan önemi, Müslümanlara sabır, tevazu ve maneviyat öğretmek amacıyla Ramazan ayında oruç tutulmasıdır. Diğer dinlerde, çoğunlukla et yemenin yasaklanmasına yönelik bir perhizden söz edilebilmektedir. Hinduizm, Budizm gibi dinlerde ineğin kutsal olması sebebiyle, et, hayvanları öldürmeyi içeren bir şey olarak görülmektedir. Ete yönelik perhiz, sadece bununla sınırlı kalmamakta, veganizme varan, bu hayvanlardan çıkan süt, yumurta gibi ürünlerin reddedilmesine kadar varmaktadır.  
 
Yemek sembolizmi birçok etkiye sahiptir. Birçok dini geleneğin en önemli kaynaklarından yiyecekler; bilgi ve günah arasındaki ilişkiyi ilgilendiren konulardan biridir. Adem ile Havva’nın Cennet Bahçesi’ndeki “Bilgi Ağacı (iyi ve kötüyü bilme ağacı)” ndan meyve yiyerek ilk günahı işlemeleri sonucunda, Cennet Bahçesi’nden kovulmuşlardır. Hristiyanlığa göre ilk günah bu şekilde işlenmiştir. Yani yüzyıllar boyu, argümanların ve sembolizmin çoğunu, yeme tarafından temsil edilen günah oluşturmuştur. Yeme yoluyla gerçekleştirilen tüm bilişsel ve entellektüel bilgiler oldukça keyif verici, duyusal deneyimlerden geçme eğilimindedir (UNSCN, 2013, s. 
11).   
 
Çoğu din için yemek, aynı zamanda sosyal birleşmenin önemli bir unsuru olmanın yanı sıra, kimin cemaatin bir parçası olduğu ve kimin olmadığını kurma işlevi görmektedir. Genellikle toplanma ve ayrımlaşma gibi durumlar, din açısından diğer insan faaliyetlerine kıyasla daha güçlü (son yüzyılda siyasal ideolojiler ve etnisite bu anlamda daha büyük önem kazanmış olsa bile) ve aracı değil kültürel bir sistemdir (UNSCN, 2013). Hristiyanlık’ta benzer bir beslenme kodu yoktur. Özellikle izin verilen ve yasaklanmış yiyecekler arasında genel bir ayrım yapılmamaktadır. 
 
Bununla birlikte, insanın yemekle olan ilişkisi, Tanrı’yı bilme bağlamının bir parçasıdır. “Son Akşam Yemeği’nde İsa’nın sözlerine dayalı olarak, şarap ve ekmek, Hristiyanlar için ruhlar arasındaki birlik ve  Mesih Tutkusu’nun daimi hatırlatıcı sembolüdür. Hristiyanlıkta,  
 
Yemek neredeyse her zaman sınırlamanın bir unsuru olmuştur. Aynı inancı paylaşanlar, dinsel törenlerde bir arada yemek yerler. Bazen bunun ötesine geçer ve paylaşılan kurallara dayanarak cemaatlerini tanımlarlar.  Herkes, belirli gıdaları, çoğunlukla belirli şekillerde yemeli ve diğer bazı gıdalardan kaçınmalıdır. Aynı dine mensup insanlar, bir arada dua ederler ve dini bayramları bir arada kutlarlar. Dini temalar etrafında insanları bir araya getiren tüm bayramlarda, bir araya gelerek yemek yenilerek kutlanmaktadır (Montanari, Food Is Culture, 2006, s. 4-5).  Dolayısıyla, yiyeceklerin paylaşımı sadece ritüel açıdan önem yaşımakla kalmaz, aynı zamanda yemek kültürel boyutta birleştirerek toplumu bir arada tutma işlevi görmektedir. Antropolojik açıdan önemi şudur; 
 
ortak paylaşılan yiyecekleri, bireylerin sindirmesi suretiyle bedenin ve toplumun sınırlarını belirlemeye katkıda bulunmaktadır. Buna bağlı olarak, bu ilke sahip olduğumuz en güçlü sosyal bağlardan biridir. Her toplumun beslenme biçimi tercihleri, toplumun sahip olduğu en güçlü sosyal bağlardan biridir.  
 
Tarihsel açıdan, yerel ve yöresel mutfaklar değişime karşı çok kararlı ve dirençli bir duruş sergilemektedir. Bu durumu bir göçmenin buzdolabının asimilasyon işaretinin görüleceği son durak olmasından anlamak mümkündür (Pollan, 2008, s. 38).  Günümüzde, modern Batı metropolleri, aslında dini eğilim ya da topluluk ruhunun dışında olan “etnik” yiyecekler satan marketlerle doludur. Bu tip dükkanların varlığı, belirli bir inancın üyelerinin ritüellerini korumalarına izin vermekte ve o toplumun geleneksel yiyeceklerini tüketmeleriyle, toplumsal bir evrenin parçası olma  bilincini kendi kimliklerini koruyarak yaşamalarına izin vermektedir.  
 
Yiyeceklere yönelik birçok yasak dini kuralların bir parçasını oluşturmaktadır. Din konusunda kesin bir dayanağı olmasa da, kültürel etmenler nedeniyle bazı yiyecekler yenilemez olarak kabul edilmektedir. Örneğin; Batı’da köpek eti yemek kabul edilebilir bir durum değilken; Kore, Vietnam ve Çin’de köpek eti yemek kabul edilebilir bir durumdur. Bununla birlikte, dini emirler daha geniş ve katı yasaklar barındırmaktadır. 
 
Doğu dinleri (Hinduizm, Budizm, Şintoizm, Taoizm, Caynizm gibi) genellikle et tüketimini yasaklama eğiliminde iken, kuşkusuz hangi yiyeceklerin yenmesinden kaçınılması gerektiği konusunda en kesin ve ayrıntılı talimatlar Yahuhudilik inancında yer almaktadır. İncil ise; etobur hayvanların, yırtıcıların ve böcekle beslenen hayvanların yenilmesini kesin kurallarla yasaklamaktadır. 


Türk Aşçı Haberleri Ve Güncel Mutfak Haberleri Not::
Eğer sizde mesleki haberinizin yada tarifinizin web sitemizde yayınlanmasını istiyorsanız; "Haberini Yada Tarifini Paylaş" sayfamızdaki kriterlere uygun bir şekilde uygun içeriklerinizi bize gönderebilirsiniz. Türk Aşçı Haberleri internet sitesinde yayınlanan yazı, haber, röportaj, fotoğraf, resim, sesli veya görüntülü şair içeriklerle ilgili telif hakları www.turkascihaberleri.com 'a aittir. Bu içeriklerin iktibas hakkı saklıdır. İlgili haber kopyalanarak başka bir site tarafından yayınlanmaya ihtiyaç duyulduğu takdirde kaynak gösterilerek ve web sitemize link verilerek kullanıması mümkündür.


  • Facebook'ta paylaş

Bu Habere Yorum Yap

Benzer Haberler