Sibel Cuniman Pinto; Fransızlara Saray Mutfağından Sefarad Yemekleri Hazırlıyorum
Çocukluğuna dayanan mutfak aşkını akademik temele oturtmak isteği ile Le Cordon Bleu Paris’te eğitim alan Sibel Cuniman Pinto ile gastronomi ve özellikle Sefarad Mutfağı tutkusunu konuştuk.
Önce sizi tanıyabilir miyiz?
İstanbul’da doğdum, büyüdüm. Anne tarafımdan İspanyol, baba tarafımdan Gürcü köklerim var. Robert College ve Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. Uzun yıllar bankacılık sektöründe yönetici olarak çalıştım. 1999 yılı hayatımda önemli bir dönüm noktası. Eşimin görevi nedeniyle Milano’ya taşındık, birkaç yıl sonra da Paris’e.
İşletme eğitiminizin yanı sıra gastronomi eğitimi de aldınız. Biraz bu eğitim dalından bahseder misiniz?
Yaşadığım yurtdışı deneyimi çok zenginleştirici olsa da ilk zamanlar oldukça zorladı beni. Yeni bir kültüre, lisana adapte olmak, toplumsal kodları deşifre etmek, sosyal çevre oluşturmak zaman alıyor, emek gerektiriyor. Bahsettiğim yıllarda sosyal medya yok, iletişim bugünkü gibi kolay değil. Yoğun çalışma hayatından gelen biri için üretmeden vakit öldürmek imkânsız. Bankacılık defterini kapatınca yeni ve daha renkli bir sayfa açmaya karar verdim. Çocukluğuma dayanan mutfak aşkını akademik temele oturtmak istedim, 35 yasımdan sonra üniversiteye geri döndüm.
Dünyanın en ünlü aşçılık okullarından Le Cordon Bleu Paris’te eğitim aldım, ardından Fransa’nın Şampanya Bölgesindeki Reims Üniversitesinde
‘Gastronomi ve Lezzet’ üzerine master yaptım. Uzun yıllar davet organizasyonları düzenledim.
Fransa’da Türk Mevsimi etkinlikleri kapsamında düzenlenen resepsiyonlardan Ticaret Odasının Kitap Fuarı etkinliklerine, Yahudi Müzesinde Los Pasharos konser kokteyline uzanan onlarca etkinlik kanalıyla Paris’teki Fransız ve yabancı çevrelere Türk ve Sefarad mutfağı tanıtımını üstlendim. Bir gazeteci arkadaşımızın dediği gibi “Fransızlara
Türk mutfağını sevdiren kadın” olmak kolay değil!
“Her aşçının ailesinde ona mutfağı sevdiren bir büyük vardır”
Gastronomi ve özellikle Sefarad Mutfağı merakınız nereden kaynaklanıyor?
Biz aşçıların çoğunda mutlaka ailede değerli bir büyükanne, anne, teyze, kayınvalide figürü vardır bize mutfağı sevdiren, o tutkuyu oluşturup besleyen, gelenekleri aktaran.
Elisa anneannemin hayatımdaki yeri benzersiz. Mesleğimi seçmemde payı büyük. Onunla mutfağa girmeye,
Saray Mutfağından Sefarad yemekleri hazırlamaya bayılırdım. Ne yazık ki kendisini zamansız kaybettim. Oysa daha çok öğreneceklerim vardı. Sanırım anneannemin mutfağının lezzetine ulaşma çabam hayat boyu sürecek.
Sefarad Mutfağının altını çiziyorsunuz hep, hatta bu konuda bir de kitabınız var. Kitabınızdan ve bu kitabı yazmanızdaki amacınızdan bahseder misiniz?
Sefarad Mutfağı benim hamurum, çok değer verdiğim kültürel mirasım. Bu mutfağı yaşatmayı, tanıtmayı, öğretmeyi çok önemsiyorum. O nedenle de tezimi bu konuda yazdım. ‘Türk Sefarad Mutfağının Gelişimi - Beş Yüz Yıllık Serüven’de bu mutfağın Türkiye’deki gelişimini, hayata tutunmasını irdeledim. Tezim daha sonra kitaplaştırıldı, üstelik Yemek Oscarları sayılan Gourmand Cookbooks Awards tarafından en iyi mutfak tarihi kitabı ödülüne layık görüldü.
Gastronomi üzerine birçok çalışmanız var. Bu konuda yurdumuzda ve yurt dışında konferanslar, seminerler, sempozyumlar, paneller ve workshoplar verdiniz. Bu çalışmalarınızı anlatır mısınız?
Artık yaş kemale eriyor! Bugüne kadar biriktirdiklerimizi artık yeni nesle aktarma vakti. Misafir eğitmen - şef olarak çalışıyorum daha çok. Avusturya, Estonya, Almanya, İspanya, Kıbrıs, Hindistan, Meksika, Fransa, Türkiye ve İsrail’de çeşitli etkinliklere davet edildim. Ziyaret ettiğim ülkelerde üniversitelerde, derneklerde, aşçılar birliklerinde ders veriyorum, birikimlerimi paylaşmaya, aktarmaya çalışıyorum. Fransızların dediği gibi artık ‘partage et transmission’ zamanı.
Çalışmalarınıza gençler katılıyor mu? Özellikle fast food ile beslenen gençler üzerinde bu çalışmalar sizce etkili olabilecek mi? Amaçlarınızı gerçekleştirebileceğinize inanıyor musunuz?
Ana hedef kitlemiz gençler. Evet, hızlı beslenme, kısıtlı zaman ve bütçeyle yaşayan/okuyan gençlere ilk etapta cazip gelebiliyor. Fakat gastronomiye hak ettiği değerin verilmesi, eğitiminin yaygınlaşması, ünlü şefler, programlar, filmler bu mesleği şimdilerde popüler hale getiriyor, aşçı, sommelier, işletmeci olarak bu sektörde hayata atılıyorlar.
Unutmayın ki aşçılık çok disiplin, sabır, fiziksel kondisyon ve ekip çalışması gerektiren zor bir meslektir. Atölyelerimize katılan gençler bilmedikleri, düşünmedikleri uygulamaları görüyor, israf etmeden ekonomik ve sağlıklı yemek yapmanın pratik yollarını öğreniyorlar. Evet, gençlerden çok umutluyum. Sağlığım ve imkânım oldukça yola devam edeceğim.
"Gıda israfına dur diyelim"
‘Action Kashkarikas Food Waste Awareness Mission’ ülkemizde ve yurt dışında çok ses getirdi. Bu projenizin amacını ve işleyiş tarzını okuyucularımıza anlatır mısınız?
Bu projeyi 2017 yılında hayata geçirdim. Çocukluğum gibi biraz çok emek verdim. Projenin oluşması, tanıtılması, farklı ülkelerde işbirliği yaptığımız yerel ortakların bulunması. Bu misyonla “Gıda israfına dur diyelim, malzemeyi iyi tanıyalım, ona ikinci bir hayat verelim” istiyoruz. Dünya genelinde üretilen tüm gıdanın üçte biri yani 1,3 milyar ton yiyecek çöpe atılıyor.
800 milyona yakın insan ise her gece yatağa aç giriyor. Bu korkunç tablo karşısında, bir şeyler yapmak, bu insanlık ayıbına son vermek gerekir diye düşünüyorum. Amaç ‘atıksız mutfak’ kavramının mümkün olduğunu ispatlamak, doğru bilgileri aktarmak, reçeteleri paylaşmak. Gönüllü bir sosyal sorumluluk projesi olduğu için etkinliklerden toplanan bağış açlıkla mücadele eden dünya çocuklarına aktarılıyor. Yeni kitabımda bu misyonun hikâyesini anlatacağım ve dünya mutfaklarından derlediğim reçeteleri paylaşacağım ‘Kashkarikas: Atıksız Mutfak’ üzerine olacak.
Bir dönem Şalom gazetesinde ‘Lezzet Yolculuğu’ başlığı altında yazılar yazdınız. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
‘Lezzet Yolculuğu’ başlığında gastronomi dünyasındaki gelişmelerinden farklı ülke mutfaklarına, mevsimsel malzemenin nasıl kullanılması gerektiğinden sağlıklı atıştırmalara uzanan geniş bir yelpazede yazılar yazdım. Türk basınında Bistronomi, Yeni Kuzey Mutfağı, Sirha gibi başlıklar ilk benim yazılarımla gündeme girmiştir. Şalom’da ‘Paris Esintisi’ adlı aylık köşe yazılarım da yayınlandı. Paris’teki politik, kültürel, toplumsal, güncel olayları, Fransa’ya adaptasyon sürecinde yaşadıklarımı okuyucuyla paylaştım, çok tatminkâr geri dönüşümler aldım. Mutfak ve yazmak iki vazgeçilmezim.
Çalışmalarınız için hiç ödül aldınız mı? Ayrıca üyesi olduğunuz gastronomi dernekleri var mı?
Gourmand Cookbook Awards beni çok sevindiren bir ödüldü. 2017 yılında Okan Üniversitesi bünyesinde Türkiye’de ilk atıksız mutfağı lanse ettik, ödüllendirildik. 2018 yılında İsrail’de ülkenin en önemli yemek bankası Leket İsrael ile işbirliği yaptık, onların eğitmenlerine eğitim verdik. Oradan aldığımız güzel bir ödül var. Televizyon kanalları da girişimimizi haberleştirmişti.
Berlin’de Yahudi Kültür Günleri kapsamında Bet Debora Derneğiyle yaptığımız çalışmalardan ödülümüz var. Geçtiğimiz mart ayında Ovacık Köyü Kadın Tohum Derneğinin davetlisi olarak Şile’de yaptığımız çalışma ödüllendirildiğimiz imza etkinliklerimizdendi. Inogar Life ekibiyle kadın mültecilere meslek edindirme programımız çok başarılı oldu. 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde düzenlenen ‘Gastronomide
Kadın Şefler’ etkinliğinde Türkiye’yi Fransa’da temsil etme onurunu yaşadım. Slowfood, Cordon Bleu, TAFED Türkiye Aşçılar Federasyonu ve AVADER Avrasya Aşçılar Derneği fahri üyesiyim.
Geçtiğimiz günlerde Paris’te ‘Kanserle Mücadele Yürüyüşü’ne katıldınız. Gastronomi ile kanserin ilişkisinden bahseder misiniz? Bu konu da çalışmalarınızdaki amaçlarınızdan biri mi?
‘Soupe Solidaire’ adı verilen Dayanışma Çorbası etkinliğine katıldım. Her yıl tekrarlanan bu etkinlikte gönüllüler çorba pişirmek için buluştu. Malzemeler soyuldu, kesildi, doğrandı, büyük kazanlarda 975 litre çorba hazırlandı ve akşam şehrin çeşitli semtlerindeki ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı. Tabii ki yemek çok önemli bir bağ, bir iletken, paylaşmaya, dostluğa, kardeşliğe, yardımlaşmaya temel oluşturuyor.
Bir hafta sonra ‘Kansere Karşı Geceyi Aydınlatalım’ yürüyüşüne destek verdim. Marie Curie Enstitüsünün girişimiyle araştırmacılara fon oluşturmak, hastaların tedavilerine destek olmak amacıyla 218 bin Euro bağış rakamına ulaştık. Çevremde kanserle mücadele eden sevdiklerim var. Doğru kullanıldığında yemek hem vücuda hem ruha iyi gelen bir umut, hastalıkların önlenmesinde ve tedavisinde önem verilmesi gereken bir araç.