Türk Mutfak Kültüründe İslamın Etkisi
Öğr. Gör. İpek ÜNAL
Ramazan AKÇA
Özet
İnsanın ilk var oluşundan itibaren yemek olgusu hep var olmuştur. İnsanların ne yedikleri bulundukları kültüre, iklime, coğrafya’ya göre farklılık göstermektedir. Fakat dinin mutfak üzerindeki etkisi çoğunlukla coğrafya ve iklim şartlarının hatta kültürün de üstünde olmuştur. Türk mutfağı Çin, Arap, İran, Avrupa gibi birçok Dünya mutfağından etkilenmiştir. Buna rağmen İslami özellikler mutfaktaki yerini hep korumuştur.
Bu çalışmada amaç, İslamın Türk mutfak kültüründeki yerini ortaya koymaktır. Türk mutfağı pek çok yönüyle ele alınmasına rağmen Türk mutfak kültürüne yön veren ana unsurun İslam olması ve bu konunun yeterince ele alınmadığını düşünerek bu alana katkı sağlamayı hedeflenmiştir.
Sonuç olarak: İslamiyet’in Türk mutfağı üzerinde etkisi olduğu görülmektedir.
1. Giriş
İnsanların ne yedikleri, coğrafi ve iklim şartları ile birlikte onların kültürü ve inancıyla şekillenmektedir (Közleme, 2012, s.12). Kültür bir toplumun sahip olduğu maddi, manevi değerlerin bütünü ve yaşam tarzı olup; icat ve geleneklerin bir araya gelerek oluşturduğu bir bütündür (Şanlıer, Cömert ve Durlu-Özkaya, 2008, s.1123). Bir ülke, bölge ya da kültürün en belirleyici unsurlarından biri de mutfaktır (Constantin, 2012, s.54).
Toplumların yaşadıkları coğrafyanın sunduğu geçim kaynaklarının yanı sıra inanç sistemlerinin farklılığı, yiyecek ve içecek kurallarının farklılığını da beraberinde getirmiştir. Zira yiyecek ve içeceklerle ilgili olarak dinlerin getirmiş olduğu prensipler, çoğu zaman dinleri birbirlerinden ayıran önemli ayrıntılardır. Bir dinde yasak olan herhangi bir yiyecek veya içecek, başka bir dinde ibadet aracı veya tavsiye edilen bir gıda olabilmektedir. Örneğin; şarap İslam dininde yasaklar arasında yer alırken Hıristiyanlık’ ta dini bir objedir. Ayrıca bir dinin yiyecek ve içeceklerle ilgili kuralları, bazı durumlarda toplumların geçim kaynaklarına da bağlı olarak, dinin toplum tarafından kabul edilmesi veya edilmemesine neden olabilmektedir (Kılıç, 2012, s.1).
Geçmişten günümüze, sürdürülen sosyo-ekonomik hayata bağlı olarak, Türklerde hayvansal gıdalardan etin, özellikle de sığır ve koyun etinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Birçok kutlama ve anma törenlerinde, verilen davetlerde sofrada bulunan en önemli yemek, et ürünlerinden yapılanlardır. Türk halk inanışlarında bazı meyvelere simgesel anlamlar yüklenmiş ve bunlar çeşitli amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır. Tahıl türü yiyeceklerden buğday ve bundan yapılan ekmek, Türk toplumunun saygı duyduğu yiyecekler arasındadır. Aynı şekilde tatlı türü yiyeceklerin halk inanışlarının her aşamasında yer alması dikkat çekicidir. İçeceklerden ise halk inanışları içerisinde önemli yer tutanlar su ile süttür (Kılıç, 2012, s.12).
İnsan beslenmesinde temel olan besinlerin çoğu Türklerin ana yurdu Orta Asya ve göç ettikleri Anadolu’da yetiştirilerek dünyanın başka yörelerine taşınmıştır. Göç ettikleri yörelerde bulunan hayvan ve bitkilerden yararlanmışlar, bunlardan yöre şartlarına uygun olanları yetiştirmişler ve yetiştirdiklerini basit tekniklerle işleyerek bulunmayan zamanlarda kullanmışlardır (Ertaş ve Karadağ, 2013, s.119).
Bu çalışmada, Türk mutfağında İslamiyet’in etkisi ile değişen yeme içme alışkanlıklarını, İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası adı altında iki temel başlık halinde incelenmiştir.
2. İslamiyet Öncesinde Türk Mutfağı
Mutfak kültürü insanlık tarihi kadar eskidir. Hz. Adem ile Hz. Havva’nın ilk imtihanlarının yiyecekle olması ve bu yüzden dünyaya gönderilmeleri de beslenme biçimlerinin oluşmasında dinin etkisini gösteren bir örnektir. Hunlardan itibaren Türklerin yetiştirdikleri ve yedikleri hayvanlar arasında en öne çıkanların at ve koyun olduğu görülmektedir. Çin kaynaklarında, savaşa giden Türklerin yanında savaş erzakı olarak at ve koyun götürdükleri, yer almıştır. Pastırma ve sucukta Türklerin savaş erzakları arasında gösterilmektedir (Közleme, 2012, s.156).
Marco Polo, Orta Asya’nın Moğolistan’a yakın bölgelerinde savaşa giden askerlerin, yanlarında erzak taşımadıklarını, yalnızca her binici için 18 at hesabıyla at sürülerinin orduya eşlik ettiğini yazar. Yolda, her öğünde ayrı attan olmak üzere, atın damarından yaklaşık çeyrek litre kan çektiklerini, bu kanı çiğ olarak veya süte katarak içtiklerini belirtmiştir. Bunların dışında kanın pıhtılaşmasını bekleyerek ateşte ızgara yaptıklarını anlatır. Her atın vücudundan çekilen kan on gün sürede tamamlanmakta olduğu da verdiği bilgiler arasındadır (Gürsoy, 2013, 78).
Kaynaklarda Oğuzların ölü aşı için yüz ile iki yüz arasında at kesip ikram ettikleri, Yakutların ise çocuk doğduğunda yağlı bir yemek yedikleri ve kurban olarak kesilen hayvanın kafasının kırmadan pişirdikleri belirtilmektedir. Ayrıca eski Türkler, ölümden sonraki hayat anlayışları gereği ölülerinin yiyip içeceğine inandıkları çeşitli yiyecekleri mezarlara bırakırlardı. Bu manada genellikle ölü gömme töreninde et dolu bir kap ve kısrak sütü dolu bir kup mezarın önüne konulmaktaydı (Kılıç, 2012, s.8).
Eski Türklerde at, kurban olarak sunulurdu. Bu atların etinden, sütünden yararlanılmaz ve bu atlar yük taşımada kullanılmazdı. Bu tür kurbanlık hayvanlara idük ismi verilirken, Gagauzlar’da Allahlık denilir. Gagauzlar’da Allahlık, hayvanlar içinden en iyisinin seçilip kırlara bırakılmasıdır. Bu hayvan sürü ile otlatılmaz, ayrı beslenirdi. Türk Halk İnanışlarında bu hayvanlar tarladaki mahsule zarar verse bile bunların dövülmesi, hırpalanması ve çalınması günah olarak kabul edilir (Ünver ve Güngör, 2003, s.215-216).
Süt ve süt ürünleri, tereyağı, yoğurt vb. gıdaların da kullanıldığı bilinmektedir Türk mitolojisinde Süt Gölü'nden (Ak Göl) alınan bir damla süt ile insanlara ilk ruhun verilmiş olduğu kabul edilmektedir. Yakutlarda Ayzıt'ın bir çocuğun doğmasına yakın tarla, çiçek ve yemiş perileriyle birlikte annenin yanına gittiğini ve Süt Gölü'nden almış olduğu bir damla sütü çocuğun ağzına damlatarak ona ruhunu verdiğine inanılır. Yakutlardaki Süt Gölü'ne benzer bir motif, Uygurların Türeyiş Efsanesi'nde kutsal süt denizi olarak geçmektedir.
Altaylılarda ise Ülgen, Yayık'a Süt Gölü'ne gitmesini ve buradan alacağı bir damla sütü yeni doğan çocuğun ağzına damlatmasını emreder. Ayrıca, kamlarla ilgili hikayelerde, kamın hastaları pişirilmiş süt ile tedavi ettiği anlatılmaktadır. Diğer taraftan, kuzey ve doğu Türkleri süt ve sütten yapılan her besine ak ismi verirler ve büyük bir günah olarak kabul ettiklerinden onun bir damlasını bile yere düşmesini istemezler (Kılıç, 2012, s.11).
Eski Türklerde kımız önemli bir yer tutmaktadır. Hun Türklerine kadar geçmişi dayanmaktadır. Kıpçakların, misafir olarak gelen Rus elçilere kımız ikramında bulunduğu bilinmektedir. Kımız oba olarak ortaklaşa yapılır, mayıs ayında üretilir yaz süresince de tüketilirdi. Kısrak sütünden kendine özgü bir mayayla ekşitilmesi ile oluşur. Ak ve kara kımız olarak iki çeşidi vardır. İlk elde edilen ak kımız birkaç ay bekletilince kara kımız şeklini almaktadır. Dini ritüel ve törenlerde de kımıza sık sık rastlanılmaktadır (www.academia.edu) .
Orta Asya bozkırlarında tarım faaliyetleri belli alanlarda yapılmakta, buğday, çavdar, pirinç, arpa ve darı yetiştirdikleri görülmüştür. Sebze 11. yüzyıla kadar pek bilinmemekle birlikte soğan, sarımsak ve pırasanın Orta Asya kökenli olduğunu belirtmek gerekir. Erik, kayısı, şeftali, elma, karpuz, kavun, iğde, dut, fıstık, fındık, ceviz, zerdali vb. meyveler üretildiği Kaşgarlı Mahmud’un eserlerinde yer verilmektedir. Üzümden pekmez, sirke, şarap üretilmiş ve tüketilmiştir. Bazı meyveleri yaş bazılarını ise kuru olarak tüketmişlerdir (Közleme, 2012, s.157).
Türklerde bahsedilen sebze ve meyvelerden bazıları hem önemli bir besin maddesi hem de simgesel bir anlama sahipti. Elma özellikle de kızıl elma Türk atasözleri, masal, destan ve halk hikâyelerinde de kendini göstermektedir. Bu açıdan elma, üzerinde durulması gereken önemli bir özelliğe sahiptir. Türklerde elma ve ağacı, doğurganlık olayı ile ilgilidir. Türkler arasında kadının hamile kalabilmesi için erkeğin rolünün yeterli olmadığı, kadının bedenine bir ruhun girmesi gerektiği inancı yaygındır. Bundan dolayı Kazak Türklerinde kısır kadınlar hamile kalabilmek için, bir elma ağacının dibinde yuvarlanılması gerektiğine inanmaktadırlar.
Ayrıca Türk kültüründe hiç çocuğu olmayanlar pir veya dervişin verdiği bir elmayla hamile kalmışlardır. Büyük işler başaracak olan birçok kahraman bu şekilde dünyaya gelmiştir. Elma, sadece insanları değil kabuğunu yiyen atları da etkilemiş, diğerlerinden farklı hale gelmişlerdir. Diğer taraftan, evlenme çağına gelen genç kızlar kendilerine talip olanlara kabullerini elma vererek belirtmişlerdir. Elma, sevgi ve aşk ilişkilerinde, evlenme taleplerinde önemli bir araç olarak değerlendirilmektedir. Aşk ve sevginin habercisi ve üretken güç olarak değerlendirilen elma, aynı zamanda ölümle de ilişkiliydi (Albayrak ve Kılıç, 2012, s.713).
Türklerin ilk önce bütün ürünlerini burçak diye adlandırdıkları ve batıya göçleri sırasında börülce dedikleri baklagiller arasında bakla, bezelye, mercimek, fasulye ve nohut bulunmaktaydı. Türklerin selçi biçek (aşçı bıçağı), etlik (et çengeli), ıwrık (ibrik), tewsi (tepsi), kova, saç, şiş, soku (havan) gibi metal eşyaların yanı sıra küp, çanak, çömlek, kaşuk, sarnıç, su tulumu, tuzluk ve tuluk kullandıkları mutfak eşyaları arasındadır (Közleme, 2012, s.160). 12. yüzyılda batıda hanların, doğuda kervansarayların ortaya çıkması günümüzdeki anlamı ile oteller ve yiyecek içecek işletmelerinin başlangıcı olmuştur (Yılmaz, 2012, s.8).
3. İslamiyet Etkisinde Türk Mutfağı
Bugünkü halini Türk mutfağı 10. yüzyılda başlayan göçlerle ve İslamiyet’le birlikte almıştır. Dinin, mutfak üzerindeki etkisi çoğunlukla iklimin ve coğrafyadan daha önemlidir.
Günümüz Türk mutfağında, İslam dininin yasakladığı domuz eti ve tek tırnaklı hayvanların eti (eşek, katır vb.) ile sürüngen, kurbağa, tilki gibi hayvanların etleri yer almamaktadır. İslam dini ile birlikte özellikle Güneydoğu yemeklerinde Arap beslenme kültürünün etkisi görülmüştür. Fazla miktarda baharat ve özellikle acının kullanımı bu etkiye örnektir ( Ertaş ve Karadağ, s.119, 2013).
İslâmiyet'in kabul edilmesinden sonra Türk kültürü, Arap kültürü ile yakınlaşmış bu durum mutfak kültürüne de yansımıştır. İslamiyet’le birlikte ekmeğin ve yemek kırıntılarının yere dökülmemesi için sofra altı yaygısı kullanılmıştır. İslamın kabul edilmesi sonucunda bazı yiyecek, içecekler haram ve mekruh kılınmıştır (www.tarihtarih.com). İslam ülkelerinde, evlerde verilen ziyafetler, tatil günü olduğu için Cuma günü yapılır, artan yemekler Cumartesi günü yenilirdi. Ziyafet yemeklerine kötü kokusundan dolayı sarımsak ve soğan konulmazdı.
Bununla birlikte aşçılar kafur denilen güzel kokan baharatları bolca kullanırlardı. Kestane, incir ve “keçi pisliği” denilen kuru üzüm bu tür yemeklere uygun sayılmazdı, sakatat seçkinlerin önüne asla ikram edilmezdi. Orta Çağ boyunca İslam ülkelerinde iki öğün yenirdi. Kuşluk vakti ve akşam namazının hemen öncesi ve sonrasında yenilen ana yemek olarak bilinirdi. İki öğün arası atıştırmalıklar yapılırdı (Gürsoy, 2013, s.65).
Etli yemekler, balık yemekleri, süt ürünlerinin kullanıldığı yemekler, buğday ve buğday unundan yapılan yemekler, hamur işleri, tutmaç, pirinç yemekleri sebze yemekleri, darı yemekleri, Karahanlılar döneminde pişirilen yemekler arasındadır. Üzüm, elma, armut, şeftali kayısı vb. meyvelerin yanı sıra at eti yenilmekle birlikte İslamın kanı yasaklamasından dolayı at kanı içilmemektedir. Boza, şarap kımız hala yerini korumaktadır. Selçuklular döneminde at eti Türk mutfağından iyice çıkmaya başlamıştır.
Ayrıca Türk mutfağında evlerde ya da çadırlarda aşlık denilen mutfak kısmının olduğu da bilinmektedir. Selçuklular devrinde bitkiler görülmeye başlanmış, ıspanak, hindiba, marul ve pazı gibi sebzeler mutfakta yerini almıştır. Karahanlı, Selçuklu, Memluklu ile Osmanlı olarak devam eden mutfakta bir İslamlaşma süreci yaşanmıştır (Közleme,2012, s.166).
İslam dini at etini haram kılmıştır. Evcil güvercin, tavuk, hindi, kaz ve ördek gibi kümes hayvanlarının yenilmesi helaldir. Bu hayvanların helalliğinde asıl olan pençelerinin bulunmamasıdır. Yabani hayvanların yenebilmesinde azı dişi ve pençenin bulunmaması şartı aranması otobur olmaları yani etobur olmamaları içindir. Bu manada ot ile beslenen geyik, yabani sığır, evcil deve ve sığır gibi, küçükbaş hayvanlardan ceylan, yaban keçisi ve koyunu, evcil keçi ve koyunu yenilebilir hayvanlar olarak belirlenmiştir. Normal şartlarda kesimi yapılan ya da avlanan hayvanların yenilmesi helal, kendiliğinden ölen, boğazı sıkılarak ya da taşla vurularak öldürülen hayvanlar haram kılınmıştır. Alkollü içecekler de zararının faydasından çok olmasından dolayı yasaklanmıştır. Kımız yerini şerbetlere ve hoşaflara bırakmıştır (Kılıç, 2011, s.177).
Türk Mutfağı’nı etkileyen en önemli dönem Osmanlı İmparatorluğu Dönemi olmuştur. 16. yüzyılda Türk Mutfağı, Osmanlı imparatorluğunun da büyümesine paralel olarak en ihtişamlı dönemini yaşamıştır. Osmanlı Saray Mutfağı, zamanla halk tarafından da benimsenen yemekleriyle Türk Mutfağı’nın gelişimine büyük katkıda bulunmuştur. Osmanlı’da mutfak, Saray yaşamının önemli bir parçasıdır.
Padişah ve çevresi, bir sofra etrafında toplanmayı sosyalleşme aracı olarak görmüş, bu yüzden de Saray Mutfağı daima yenilikler arayan, lezzetli ve zengin türler meydana getiren bir yer olmuştur. Padişah ve çevresinin hoşuna giden yemekleri üretmek ve verilen ziyafetleri daha gösterişli yapabilmek için aşçılar birbirleriyle yarışarak Türk Mutfağı’nın zenginleşmesine katkıda bulunmuşlardır (Ciğerim, 2001, s.56).
Saray mutfağının gelişimi Fatih Sultan Mehmet’in 15. yüzyılın ikinci yarısında, Topkapı sarayında büyük mutfaklar yaptırmasıyla başlamıştır. Burada padişahın yemekleri Kuşhane’de ve yalnızca padişahın yemeklerini pişiren kuşçubaşılar tarafından hazırlanıyordu. Valide Sultan, şehzadeler ve harem halkından ileri gelenlerin yemekleri has mutfakta hazırlanıyordu (Aktaş ve Özdemir, 2012, s.24).
Osmanlı mutfağıyla ilgili ilk yazma eser olduğu bilinen yemek kitabı Ağdiye Risalisi, 18. yüzyılda yazılmıştır. Osmanlı mutfağının ilk basılı yemek kitabı ise Melce’üt Tabbahin (Aşçılar Sığınağı)’dir. Osmanlı döneminde kız okullarında okutulmak üzere Ahmet şevket Efendinin Aşçılık Mektebi adlı kitabı basılmıştır (Gökdemir, 2009, s.4).
Türk Mutfağı’nın en önemli yönü besleyici olmasıdır. Türk yemeklerinin beslenme ve sağlık açısından bir takım üstünlüklere sahip olduğunu ve bunun Türk yemeklerinin tek yönlü olmamasından kaynaklandığını ileri sürmektedir. Türk yemekleri, dengeli beslenmeyi sağlayacak şekilde değişik besin gruplarından yeteri kadar alınmasına olanak tanımaktadır. Ancak yazar, bazı yemeklerin gereğinden çok yağ içermesi, bazılarının doğrudan ateşle temas ederek ya da yüksek ateşte pişirilmesi gibi uygulamaların Türk Mutfağı’nı sağlık açısından olumsuz etkilediğini özellikle belirtmektedir (Kılıç, 2010, s.19).
Dünyanın en zengin mutfakları arasında bulunan Türk mutfağının temel özellikleri şöyle sıralanmaktadır;
Türk mutfağının ana yiyeceği, çeşit olarak bol olan ve çok tüketilen ekmektir.
Pek çok sebze çeşidi vardır. Sebzelerin etle beraber soğanlı, salçalı ve domatesli pişirilmesi yaygındır.
Türk mutfağında yemek çeşitleri oldukça fazladır. Bunlardan hamur işleri ağırlıktadır.
Kendiliğinden yetişen ot, mantar ve köklerden özellikle kırsal bölgelerde geniş ölçüde yararlanılır.
Türk mutfağında yağ çok önemlidir. Sütten elde edilen yağlarla, iç yağ ya da kuyruk yağı hemen her yörede kullanılır. Özellikle Batı Anadolu bölgesinde zeytinyağı çok kullanılmaktadır.
Yemeklerde çok çeşitli baharat kullanımı yaygındır. Genellikle yemeklerde kullanılan soğan, kıyma, salça hatta sebzeler bile su konmadan önce yağda kavrulur.
Yemeklerde genel olarak tuz kullanımı fazladır.
Türk mutfağında yoğurdun ve ayranın önemli bir yeri vardır.
Bu özelliklere ek olarak Türk mutfağında yemeklerin görünüşünden çok lezzetli olmasına önem verildiğini, tatlıların da önemli bir yer tuttuğunu belirterek tatlı çeşitleri içinde şerbetli ve sütlü tatlılar, komposto, hoşaf gibi çeşitler göze çarptığını ve yiyeceklerin uzun süre saklanabilmesi amacıyla yapılan turşu, reçel, sucuk ve pastırma gibi ürünlerin de Türk mutfağının önemli çeşitlerinden olduğunu ifade etmektedir (Çalışkan ve Seyitoğlu, 2014, s.26).
4. Sonuç ve Öneriler
Yaratılış gereği hayatı devam ettirmeye mecbur olan insanın, yiyecek ve içecekle ilgili belirlediği kurallar kendi dini, kültürü ve bulunduğu iklime göre şekillenmiştir. Beslenme konusunda insanı en çok sınırlayan öğe insanın dini inancıdır. Çünkü her dinin kendine göre kutsal saydığı, yasakladığı veya yasaklamadığı yiyecekler ve içecekler bulunmaktadır. Örneğin Hıristiyan dininde şarap kutsal sayılırken İslam dininde ise yasaklanan bir içecektir. Yine eski Türklerde at eti tüketilirken daha sonra İslam dinene geçen Türkler, dinin etkisi ile at eti tüketmeleri yasaklanmıştır. Bu yüzden mutfak kültüründe dinin etkisi büyük bir yere sahiptir.
Türk mutfağının dünyanın en büyük mutfakları arasındadır. Dinin mutfakta değişmesi mümkün olmayan bir etkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Türklerde İslamiyet öncesinde de İslamiyet sonrasında da tanrıya kurban sunma vardır. Fakat Tanrıya sunulan kurbanın türü ve veriliş şekilleri değişmiştir. Türklerin İslamiyet’ten önce en çok tükettikleri yiyecek at eti, içecek ise kımız idi. İslamiyeti kabul ettikten sonraki süreçte en çok bilinen ve sevilen besinleri zaman içerisinde at eti yerini koyun, keçi vb. etlere, kımız ise şerbet, hoşaf, ayran ve meyve suyuna bırakmıştır. İslamiyet’ten sonraki dönemde yerleşik yaşama etkisi ile bitki (sebze) tüketimi artmıştır. Ziyafet geleneği yerleşmiştir. Osmanlı Dönemine gelindiğinde ise yiyecek ve içecek çeşitleri en zengin dönemine girmiştir. Günümüzde ise Türk mutfak kültüründe 3000’in üzerinde yemek çeşidi yer almaktadır.
Araştırmada da belirtildiği üzere Türk mutfak kültürü Dünyanın en zengin mutfakları arasında yer almaktadır. İslamiyet’in bu mutfak üzerindeki etkisi açıkça görülmektedir. İslam dininin belirlediği kuralların insanlar için olumlu yönde olduğunu, insan vücuduna ve zihnine zararlı olan yiyecek ve içecekleri yasakladığını belirtmek gerekir. İnsanlar bu zararlı yiyecekleri ve içecekleri tüketmeyerek daha sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olabilirler.
Günümüzde trend olan sağlıklı yaşamanın şartlarından biri de sağlıklı beslenmedir. Türk yemeklerinin beslenme ve sağlık açısından bir takım üstünlüklere sahip olduğu bilinmektedir. Türk mutfağı, dininde etkisi ile birlikte tüketilen besinler genel olarak sağlıklı yaşama uygundur. Bu yüzden dünya mutfakları arasında, sağlıklı yaşam Türk mutfağı bilinci yerleştirilmelidir.
Kaynakça
Albayrak, A. ve Kılıç, S. (2012). İslamiyetten Önce Türklerde Yiyecek ve İçecekler, Turkish Studies.
Aktaş, A. ve Özdemir, B. (2012). Otel İşletmelerinde Mutfak Yönetimi, Ankara: Deta Yayıncılık.
Ciğerim, N. (2001), Batı ve Türk Mutfağı’nın Gelişimi, Etkileşimi ve Yiyecek İçecek Hizmetlerinde Türk Mutfağı’nın Yerine Bir Bakış, Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar, Ankara: Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yayınları, No:28.
Constantin, Ş. (2012). Gastronomic Traditions and Eating Habits in the Far East. Cactus Tourism Journal, 3(2), 54-60.
Çalışkan, O. ve Seyitoğlu, F. (2014). Turizm Literatüründe Türk Mutfağı Üzerine Yapılan Araştırmaların Değerlendirilmesi, Journal of Tourism and Gastronomy Studies.
Ertaş, Y. ve Karadağ, G. M. (2013). Sağlıklı Beslenmede Türk Mutfak Kültürünün Yeri ve Önemi, Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi.
Gökdemir, A. (2009). Mutfak Hizmetleri Yönetimi, Ankara: Detay Yayıncılık.
Gürsoy, D. (2013). Tarih Süzgecinde Mutfak Kültürümüz, İstanbul: Oğlak Yayıncılık.
Kılıç, N. (2010). Türk Mutfağının Ege ve Akdeniz Karakterinin Kültürel ve Turistik Açıdan İncelenmesi: Ayvalık Örneği, T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü, Uzmanlık Tezi, Ankara.
Kılıç, S. (2011). İlahi Dinlerde Yiyecek ve İçecekler, Ankara: Sarkaç Yayınları.
Kılıç, S. (2012). Türk Halk İnanışlarında Yiyecek ve İçecekler, http://m.friendfeed-media.com/ adresinden erişilmiştir( 03.02.2015).
Közleme, O. (2012). Türk Mutfak Kültürü ve Din, İstanbul: Rağbet Yayınları.
Şanlıer, N., Cömert, M., Durlu-Özkaya, F. (2008). Türk Mutfağındaki Geleneksel Tatlı ve Helvaları Gençlerin
Tanıma Durumu. Türkiye 10. Gıda Kongresi, Erzurum.
Ünver, G. ve Güngör, H. (2003). Başlangıçlarından Günümüze Türklerin Dini Tarihi, İstanbul: Rağbet Yayınları.
Yılmaz, Y. (2012). Ziyafet Organizasyonu ve Yönetimi, Ankara:Detay Yayıncılık.
http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=366321 adresinden erişilmiştir(01.02.2015).