Aşçı Olmanın Zor Ama Bir O Kadarda Eğlenceli Halleri...
“Vural Burnaz”
İyi bir aşçı olmak istiyorsan tüm sosyalliğini bitirip sadece mutfak ile ilişki kurmaktan başka bir şansın yok!
Her aşçı adayının bir hayali vardır. Kimisi yurt dışında iyi bir şefin ekibinde kendini geliştirmek ister, kimisi kendi restoranını açıp kendi menüsünü oluşturmak ister, kimisi bir otelin veya bir restoranın baş aşçısı olmak... Bu hayallerle kendi yollarını çizerler. Bu yolda ne yorulmak bilirler ne de ezilmekten korkarlar. Hayalleri uğruna hayatlarından, özgürlüklerinden, sosyalliklerinden vazgeçerler.
Arkadaşları, akrabaları, ailesi bayramlarda, yılbaşılarında, özel günlerde tatil yaparken, eğlenirken onlar mutfakta çalışıyor olurlar. Aşçı olmak zordur. Yaz kış demeden o ocakların, mutfağın sıcağında saatlerce ayakta koşturmak zorundadırlar. Yeri gelir 16-17 saat çalışır ama yinede mesleğine aşıktırlar. Ailesine vakit ayıramaz, normal insanlar gibi sinemaya gidemez, dizi takip edemezler. Sürekli kaynayan kazanlar, malzemeler, kokular, baharatlar, binlerce tat... Sabah yemek, akşam yemek, rüyalarında yemek, hallerinde yemek. Hayatları yemekten ibarettir.
Dışarıda 80-100 kişilik masalar. Bir öğle tatili. Az sonra “duydunuz zilin sesini” babında sessiz bir gong çalacak ve iş yerlerinden öğle yemeklerini yemek üzere insanlar dolacaklar o masalara. Bir anda yığılmaya başlar sipariş fişleri. Sadece on dakika içinde mutfak tam bir savaş alanı. Daracık alanlarda birbirine omuz atan aşçılar mı istersin, cayır cayır yanan sanayi tipi ocaklar ve her bir gözü dolu fırınla saunaya dönmüş bir mutfak mı? Sürekli birbirine bağıran, çağıran, “Bu bonfilenin salatası nerde?
Makarnanın sosu sulu olmuş? Pizzalar yandı, aleve doğru atma demedim mi sana?” diye uçuşan cümleler ve türevlerinden varsın bahsetmeyelim. Arada olur da servis tabaklarından birkaçının, tezgâhların üstünden uçtuğunu falan görürseniz, sakın şaşırmayın. Burası mutfak! Önünde yirmi tane sipariş fişi sıkışmış, ocaklarında bir tane ek tavaya yer olmayan, her yanından ter akan ve şeften durmadan siparişleri yetiştirmesi için azar işiten bir aşçı, servis tabağını kibarca uzatacak değil ya, elbet uçuracak! Ama siz usul usul, tadına vara vara yemek yaptığımızı sanıyorsunuz değil mi? Pardon! Acı gerçek nedir biliyor musunuz bu meslekte? Pis olmak bile kabul edilir de çoğu mutfakta, yavaş olmak ASLA kabul edilmez. Bunlar işin sadece servis tarafı.
Aşçılık camiasında
aşçılık mesleği hakkındaki çalışmalardan olan
Bir de temizlik tarafı var. “Bir aşçının temizlikle işi ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Bir restorantta aşçılığın sadece yüzde otuzunun yemek yapmaktan ibaret olduğunu söylesem size… Geri kalanı hamallıktan, temizlikçilikten, şeften “gözünün üzerinde kaşın var” diye azar işiten üvey evlat olmaktan, çöpçülükten, bulaşıkçılıktan falan oluşuyor. Kendi evinizde birkaç ayda bir temizlediğiniz aspiratörlerinizin en kirli halini bile, bir büyük temizlik akşamı restoran aspiratörünü temizlemek zorunda kaldığınızda gördükleriniz yüzünden bal döküp yalayabilirsiniz.
Şimdi diyeceksiniz bana sen kafayı mı yedin, bu kadar sıkıntının içerisinde çalışılır mı diye. Evet bu mesleği yapmak için deli olmak gerekir. Benimde akıllı olduğum söylenemez. Bir gerçek var ki değişmez ama. Bu meslekteki herkes ne kadar zor şartlar altında çalışırlarsa çalışsın, ne kadar zorluk görürlerse görsün, ne kadar yorulurlarsa yorulsun mutludurlar. Hiç bir zaman bir ertesi günü yaşamazlar. Her günü farklı bir macera, farklı bir hayat. Her günü bir önceki günün fotokopisi gibi yaşamak bizler için ölüm. Biz yaratıcılığı, heyecanı, koşturmayı seven insanlarız. Biz bir sanat yapıyoruz ve bu sanata aşığız. Size göre biz bir deliyiz.
Saygılar!