Tuhaf Yemekler Turizmi
Mehmet YAŞİN
Defne Karaosmanoğlu’nun ‘Kitap Yayınevi’nden çıkan ‘Yemekle Devriâlem’ adlı kitabındaki bir makaleden, ‘heyecan yapan’ yemeklerin de artık turist çektiğini öğrendim. Yani bir tür macera turizmi! Karaosmanoğlu’na göre macera turizminden söz edebilmek için endişe ve zevk; korku ve haz; umutsuzluk ve neşe aynı anda yaşanması gerekiyor.
Yemek aslında başlı başına bir macera arayışıdır. En lezzetlisini bulabilmek için epey yorulmak gerekir. Hele işin içine tuhaf yemekler girince, macera daha da heyecan kazanır.Ben bu tür tuhaf yemek maceralarını epey yaşadım. Örneğin Vietnam’da lokantaların önüne konmuş kavanozlardaki kıvrım kıvrım yılanlardan hem tiksindim, hem de uzun uzun seyretmekten kendimi alamadım. Yine Vietnam’da köpek etlerinin satıldığı pazarda, iğrenç kokular saçan tezgâhların arasında dolaşmaktan kendimi alamadım.
O pazardaki kalabalıkları, gerçek müşteriler değil, benim gibi meraklı turistler oluşturuyordu. Yüzlerindeki ifadeye bakılırsa biraz sonra ya kusacak ya da düşüp bayılacaklardı. Ama kimse kendini pazardan dışarı atmak için acele etmiyordu. Sanki işkencenin uzaması, onları daha da mutlu ediyordu. Ben tadına bakmadım ama hem Vietnam’da hem de Kore’de batılı turistlerin köpek etiyle yapılmış yemekleri büyük bir merakla yediklerini gördüm.
Gittiğim bir lokantada en sevilen yemeğin, kızgın yağda, sarımsak ve sebzelerle kızartılan köpek dili olması beni çok ürkütmüş ve şaşırtmıştı. O lokantada bulunmak beni hem iğrendirmiş hem de ayrıcalıklı bir gezgin konumuna sokmuştu. Çünkü çok az kişi bu deneyimi yaşayabilirdi. Köpek lokantasında bulunmak bana bir farklılık kazandırmıştı. Döndüğümde bu deneyimimi anlattığımda çok ilgi çektiğimi hatırlıyorum.
Defne Karaosmanoğlu yazısında bu ‘tiksinti turizmini’ şöyle açıklıyor: “Bilinmeyen, farklı, tuhaf, sıra dışı, garip, korkutucu ve riskli yemeklerin turistik tüketim alanındaki potansiyeli oldukça farklıdır. Bu yemeklerden tatmak artık turist deneyiminin bir parçası olmaya başlamıştır...
Koku, tat ve doku bakımından neyle karşılaşacağını bilmeyen kişi, kendini heyecanlı bir deneyimin içinde bulur. Ağıza atılan bilinmez bir organizma olduğu için, heyecan, endişe, korku, zevk ve merak gibi duyguları beraberinde getirirken, vücuttaki adrenalini yükseltir...”Karaosmanoğlu’na göre, ‘neophilia’ kelimesi, yeni veya denenmemiş yemekleri tatmak ve zevk almak anlamında kullanılır. Yeniye olan merak ise her zaman bir korkuyu da içinde barındırır.
Bu tuhaf yiyecekleri yiyenler kendilerini cesur sınıfına koyuyor. Yiyemeyenler ise onlar için konformist veya korkak birer gezgin.
Bu ‘tuhaf yemek turizminden’ en çok payı alanlar ise Uzakdoğu ülkeleridir. Özellikle Tayland’da, turistlerin en çok ziyaret ettikleri yerlerin başında, sokak yemeklerinin satıldığı pazarlar gelir. Ben de bu mekânların meraklısıyımdır. Bu tezgâhları bir müze gezermişçesine ilgiyle seyrederim. Yerel tatları tanımaktan çekinmem. Kimini beğenir, kimini de yarım bırakıp çöpe atarım.
Bu pazarların en merak çeken bölümleri ise böcek satan tezgâhlardır. Çöpe geçirilmiş koca akrepler, tombul hamam böcekleri, tırtıllar, çekirgeler, çeşit çeşit kurtçuklar... Batılı turistlerin en çok oyalandıkları tezgâhlar bunlardır. Burada bol bol hayret çığlıkları duyulur. Kızarmış akrebi ağzına atarmış gibi poz verenler çoğunluktadır. Bu merak çığlık atmaktan ve fotoğraf çekmekten öteye gitmez. Kimse bu lezzetleri deneyimlemek istemez. Ben sadece çekirgeyi yemek cesaretinde bulunmuştum. Kıtır kıtır bir galeta tadındaydı. Sevdim bile diyebilirim.
Bungee jumping kadar heyecanlı
Bu tuhaf yemek görüntülerinin başında, Zimbabve’de Mopane ağacında yaşayan bir kurt gelir. Büyükçe ve tombul bir kurttur bu. Bizim kırkayağın daha da besilisidir. Yerli halkın severek yediği zengin bir protein kaynağıdır. Ama Batılı turistler bunu korkutucu, mide bulandırıcı, tehlikeli bulurlar. Bu kurt sadece cesur turistlere önerilir. Hatta bu deneyimin, ‘bungee jumping’ yapmak kadar heyecan verici bir eylem olduğunu öne sürenler bile var.
Karaosmanoğlu’na göre, “Asya kültürlerinde yılan, böcek ve benzeri hayvan ve haşereleri yemek, Batılı sırt çantalı turistin anlatacağı heyecanlı bir hikâye haline gelmiştir. Maceracı turist, kızarmış akrep, ekşi balina yağı, koç testisi gibi yerel tatları deneme deneyimini, bir tür cesaret ölçüsü ve orada olmanın bir kanıtı olarak gösterir.”
Eğer bu tür bir macera yaşamak istiyorsanız, size Endonezya’da bira içinde pişirilen bol sarımsaklı ve acılı yarasa yahnisini, Kamerun, Kongo, Zaire’de ve Güney Çin’de maymun etiyle yapılan yemekleri, Çin’in Guangzhou kentinde pilav üstü yılan yahnisi yemeğini, Kolombiya’da iguana ve dev kertenkele ızgarasını, Japonya’da denizanası salatasını yemenizi öneririm.
Yani macera geleneksel turizmden bir hayli farklı olan macera turizm, turistlere konforlu, rahat ve risksiz bir gezi sunmaktan ziyade, tehlikeli, korkutucu, adrenalin yükseltici, endişe verici, anksiyete artırıcı deneyimler sunmayı amaçlıyor.
‘Tuhaf yemek turizminden’ Türkiye’nin pay alacağını pek sanmıyorum. Çünkü bizim lokantalarda veya pazar yerlerimizde böylesine aykırı, böylesine tiksindirici görüntülerin ve yiyeceklerin bulunduğunu zannetmiyorum.