Camiamızda Bilgisizlik ve Yabancı özentisi Tedaviye Muhtaç bir Hastalıktır !
Mesleki bilgilerimizden kendi mutfak geçmişimiz hakkında ne kadar eminiz ve özendiğiniz mutfaklar hakkında bilginiz nedir? Sahip oldugunuz şu aşağılık kompleksinizden ne zaman kurtulacaksınız ?
450 yıl boyunca Avrupa’daki krallar kendilerine “sultan” diye altın para bastırarak, tahtlarında ellerine Türk çekici alıp ve padişahımızın hediye ettiği kaftanı giyerek hatta daha da büyük bir hayranlık göstergesi ile arkalarındaki duvara Türk halisi asarak yağlı boya tablolarını yaptırmışlardır. Hatta halkin elit kesiminin evlerinde ve bazı saraylarda özenle ve bize özentileri ile hazırlanmış Türk odaları vardır.
Yüzyıllar boyunca bizim ürünlerimizin taklitlerini gerçekleştirerek bizden daha iyi kayıtlarını tutmuşlar ve kendilerine göre isimler vermişlerdir. Taklit edemedikleri şeylerden biri de asli pestilden gelen Türk lokumudur, onun için sadece onun ismi Turkish delight olarak kalmıştır.
Simdi önemli bir konuda ihtiyacı olan meslektaşlarımızı bilgilendirmek istiyorum;
1 -Portakallı Ördek! Fransa’ya aittir
2 -Pekin ördeği Çin’e aittir
Türkiye’de ünlü bazı şef arkadaşlarımız kendi mutfaklarındaki mesleki hazineyi cahilliğinden göremezken tutturmuşlar bir portakallı ördek tanıtımı cabasındalar. Tam olarak nereye ait olduğunu da bilmedikleri için pekin ile Paris arasında bağlantı kurma peşindeler!
O Değerli meslektaşlarımın bilgilerine konuyu Açıklıyorum’ öğrensinler ki ne yaptıklarının ve neyi, kime tanıtmaya çalıştıklarının farkına varsınlar;
eskiden suni yemlerle 45 günde şişirilerek sofralara sunulan, ördek, sulun, Beç tavuğu bıldırcın gibi av hayvanları besleyen çiftlikler yoktu. Adi üzerinde av hayvani idi bunlar.
Müslüman olan Osmanlıda av hayvanları her ne kadar av alanında yerde boynu kesilip kani akıtılarak tüketilse de Müslüman olmadıklarından dolayı Fransızlar için böyle bir adet gereksizdi. Niçin?
Çünkü av hayvaninin Doğada gerçek besinleri yediği gibi devamlı hareket halindedir ve eti serttir. O zamanlar Avrupa da Bir lordun, kralın, kraliçenin, prensin yada prensesin sofrasına eti sert olan bir ördeği koymak bir nevi kelleyi cellat kütüğüne koymaktan bir farkı yoktu.
mahzenlerin ısısı kış aylarında yani ördek av mevsiminde genelde +6 ila +12 derece arasında değiştiği için Avda vurulan ördekler kurşun yaralarına erimiş mum dökülerek boynundan mahzene asılır ve içi boşaltılmadan 5-6 gün tüyü bile yolunmadan bekletildiği için günün koşullarında et bakteri üreterek yumuşar ve yeşerirdi ama ayni zaman da et iğrenç bir halde kokmaya başlardı.!
şimdi gelelim zurnanın sondan ikinci deliğine;
Ördek, tüyleri yolunarak içi temizlenir kafası yine kesilmez, kaynar suya atılarak önce pişirilirdi. Sebebi; Suyun sertlik derecesine göre 96 ila 100 derecede arasında kaynadığı için bakteriler ölecektir. Yani yenilebilir. Et de yumuşamıştır. Ama ortada daha büyük bir sorum vardır. Oda ördeğin iğrenç bir şekilde kokmasıdır!
şimdi’ de gelelim zurnanın son deliğine;
“Bu arada pis kokularını gidermek için Fransızlar parfüm ve koku gidermede dünyada uzmandırlar.” Haklarını vermek lazım yani. Günün koşullarında kaynatılarak haşlanan ördeğin sofraya gitmeden önce son problemi olan kokuyu gidermeye gelmiştir sıra.
Almanya’da’ da kokusu açısından “cologne” yani kolonya’ ya örnek olan turunçgillerden portakal kokusu ilham kaynağı olmuştur Fransız aşçılarına. Portakal kabuğundan ezilerek yapılan ve içine seker atılan boza kıvamında bir sos ile terbiyelenen ördek içi doldurularak yada sade bir şekilde portakal aromalı sosu ile fırında kızartılırdı.
Mutlu son;
Yumuşaması için Bekletildi, bakteri üredi ve koktu. temizlendi, pişirildi bakteriler oldu, en büyük problem olan KOKU ise portakal kabuğu aroması ile giderilerek sofraya kondu. Onlara gore mutlu son bu iste...
Bu gün bu yöntemlerin Fransa’da kısmen kullanıldığı yerler halen vardır. Ama günümüzde ördek, keklik, Beç tavuğu, sulun ve bıldırcın gibi av hayvanlar çiftliklerde yetiştiriliyor. Yani anlayacağınız civciv halinden 45 günde soframıza gelen tavuktan da bir farki kalmadı açıkçası.
Anadolu’mun kaz tiridini yada dolmasını tercih ederim yine dövme bulgurun üzerine söğüş etini dider üzerine de tereyağında biberi kavurur dökerim üzerine. Yanına da tulum kokan bol köpüklü Yörük ayranını yada acılı adana şalgam suyunu koyarım. Hamdolsun rabbime.
Portakallı ördeğin Fransa’daki geçmişi budur. çin’de ise yine kafası kesilmez ama 5 - 6 gün mahzende de bekletilerek bakteri üretilmez. Portakal benzeri turunçgiller ile tatlandırılır.
Bu arada yine kendini beğenmiş yenilikler pesinde koştuğunu iddia eden, yemeklerinin ismini yarısını Türkçe yarısını ise İngilizce kelimelerden bir kaç cümle halinde oluşturan ve de etiket pesinde koşan sosyete aşçısı
kardeşlilerime diyeceğim iki çift lafım var ;
Turunç 9. Yy ilk defa Araplar vasıtasıyla Çin’den geliyor. İkinci seyahatte 16. Yy. Başlarında İspanyollar ve Hollandalılar portakal getiriyorlar. Bizdeki ilk ismi ise portegal yada portegiz idi. Osmanlıda 17. Yy. başlarından itibaren üretmeye başlamıştır. Nark listelerine ise 18. Yy başlarında girmiştir ve iki tanesi 1 akçeden satılmaya başlanmıştı..!
1600'lerde İstanbul'a gelen İngiliz ve Fransız büyükelçiler, lazımlık kullanma ve bunu da pencereden boşaltma adetleri yüzünden Osmanlı yönetimi tarafından şehirden uzak olan ve taşra olarak görülen Tarabya’daki bir konağa gönderilmişti.
19. yüzyıla gelindiğinde, kesin olarak tuvalet kullanma sözü vermeleri üzerine Taksim'e taşınmalarına izin verilmişti. Ama kendi ülkelerine gittiklerinde yine yüksek topuklu kadın ayakkabıları giyiyorlardı –ki sokakta dolaşırken ayaklarına pislik bulaşmasın diye. Çünkü 1300 odalı saraylarında bile tuvalet yoktu!
Ne zaman Osmanlı ruhumuzu kaybettik te bir zamanlar bizden aman dileyen Fransa’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın Hayranı ve taklitçisi ve takipçisi olduk. Tabi su anda tarihteki hayranlarımızdan “hasta adam” Osmanlının torunları olarak görünüyoruz. Bize ait olanlara sahip çıkamadığımız için,yada bazıları tarafından halen öyle görülüyor.
Sizce de kendimize, tarihi lezzet miraslarımıza, yemek kültürümüze, amansız bir özgüven ile sahip çıkmanın zamanı gelmedi mi? Bunca federasyon ve dernekler acaba ne işe yarıyor. yabancı mutfakların ve yabancı gıda markalarının güzelim ulkemde bıkmadan usanmadan ve de durmadan tanıtımlarını yapmak, yarışmalar düzenlemek için mi kuruldular acaba? (yemek kültürümüz ve Aşçılık kütüphanesinden Türkiye’de Kahve ve Mutfak Kültürü araştırmalarını inceleyebilirsiniz…)
SAYGILARIMLA...
Gastronomi Danışmanlığında Komple yiyecek ve içecek proje yönetimi nedir? Gastronomi Danışmanlığında Pazar araştırması ve fizibilite etütleri nasıl yapılır?
Uluslararası mutfaklarda ve modern Türk mutfağında şehrin
en iyi restoranlarını açabilmek için Menü mühendisliği nasıl yapılır? Peki
yeni restoranınızı ve yeni otelinizi açabilmek için menü mühendisliğinin yanında (
Menü Danışmanlığı) mevcut restoranınızın
konsept geliştirme çalışmalarını nasıl yaparsınız?