Mardin Yemek Kültürü -04-
17. ve 18. yüzyıllarda ekonomik krizlerin yol açtığı isyanlar, göçler ve eşkıyalık hareketlerinin bütün ülkeyi sarsmasıyla birlikte, Osmanlı genelinde, merkezi idarenin seçimine dayalı elitlerin yerini alt sınıflardan olup ekonomik güçlerine dayanarak statü arayışında olan ayan ve eşraf sınıfı almaya başlar. Bu durum Mardin gibi zaten yerel güçlerin hâkimiyetini hiç kaybetmediği bir kentte merkezi yönetimin daha zayıf hissedilmesine sebebiyet verip, merkezi otorite yerel güç dengelerini bozarak, karışıklıklara zemin hazırlar.142 Sosyal yapı itibariyle Mardin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin geneline benzer bir özellik gösterir.
Bölgenin gayrimüslim nüfusu dışındaki Kürt, Türk ve Arap halkının büyük çoğunluğu, kırsal kesim başta olmak üzere aşiret yapısı içinde yaşam sürdüren kabile ve cemaatlerden oluşmaktadır. Hâkimiyetinin ilk anlarından itibaren Osmanlı yönetimi, bölgenin aşiret beylerini, bölgede tesis etmeye çalıştığı yönetim sistemine dâhil etmeye özen gösterir. Bu çabaların kısmi başarısına rağmen bu gerçeği tamamen değiştiremediği bugün de bölgede görülür.143 Nitekim özellikle Kürtler arasında bugün de aşiret yapısı hala varlığını ve önemini korur.
Genel bir isimle “ekrad-ı aşair”, “Kürt aşiretleri”, başlıca üç büyük gruptur; Milli (Akkeçili), Sürgücü ve Mışki. Bu aşiretler Mardin’in; Musul-Diyarbakır, Musul-Halep yolu üzerindeki transit ticaret yollarının güvenliğini sağlarlar. Böylece Mardin, Basra ve Güney Asya hattı için önemli bir merkez olmaya devam eder. Haberleşme için de önemli olan bu yollar üzerinde Osmanlı güvenlik için menziller kurmakla beraber, yine de aşiretlerin gücüne ihtiyaç duyulmuştur. Aşiretler de ticaret yolunun farklı bölümlerinin kontrolü için zaman zaman rekabet içinde olurlar.144
1830’lardan itibaren Kürt emirlik ve beylikleri, askeri kuvvet yoluyla zapt edilerek merkezden atanan yöneticilerin idaresine alınmaya başlanır. Emirliklerin ortadan kalkması ve merkezi idarenin otoritesini hemen tesis edememesi, bölgeyi sürekli bir karışıklık haline sokar. Böylece aşiretlerin meskûn olduğu bir coğrafyada aşiretler arası ve aşiretler içi uzlaşmazlıkları çözüme bağlayacak otoritelere ihtiyaç doğar. Emir ve beylerden doğan bu boşluğu bölgede yaygın ve etkili olan Kadiri ve Nakşibendî tarikatına mensup şeyh aileleri doldurarak 19. yüzyılın ortalarından itibaren hızlı bir yükselişe geçerler.145
Mardin’in sosyal yapısı değerlendirilirken şehir merkezi ve çevresinin ayrı ayrı ele alınması gerekir. Şehir merkezinde devletin gerek yönetici sınıf, gerek askeri yapısıyla kendini hissettirmesi, sosyal yapıda başlıca belirleyicinin Osmanlı düzeni olmasını da beraberinde getirmiştir. Zaman zaman Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü zafiyetler aksamalara sebep olmuşsa da şehir merkezinde, devletçe resmen tanınmış, millet sistemi çerçevesinde bazı yetkilerle donatılmış cemaat örgütlenmeleri ön plana çıkmıştır. Bu yapılanmada devletin asli unsurunu; Müslümanlar ve kendi kilise teşkilatları etrafında örgütlenmiş Hıristiyanlar oluşturmuştur. Hıristiyan nüfus etnik/mezhepsel olarak da kendi içinde farklı teşkilatlanmalara sahiptir146
Mardinli gazeteci yazar Ali Bulaç, “Mardin’de Müslümanlarla, gayrimüslimlerin ayrıldığı iki mekân var; ibadethaneler ve mezarlıklar. Komşuluk, mahalle, Pazar-çarşı ve mesire-piknik yerleri ortaktır. Komşuluk ilişkisi bitişik evlerde veya aynı sokakta olduğu gibi aynı avluda da olabilmektedir” der.147 Ancak günümüzde mezarlıklar bazı durumlarda, bir dönem bölgede yaşamış bir cemaat veya milletten geriye kalmış tek kanıt olabilmektedir. Bu topluluklardan biri de Mardin Yahudileridir. Yahudilerin 1940 yılına kadar şehirdeki varlıklarını sürdürdükleri bilinir. Bugün ise şehirde Yahudi varlığına dair sadece mezarlıklarından söz etmek mümkündür.
Özellikle İsrail devletinin kuruluşundan sonra dünyanın çeşitli ülkelerinde olduğu gibi, bölgede de varlıkları çok kısa süre içerisinde hızla azalmıştır. Gayrimüslim cemaatler hakkında söylenebilecek bir başka not da; Osmanlı dönemi cizye kayıtlarına göre, Mardin şehrinde ve kazaya bağlı köylerde yaşayan gayrimüslimlerin genellikle orta halli kabul edildikleridir.148
10- Mardin de Ekonomik Yapı
Önce Akadlar ve sonradan İskender’in halefleri olan Makedonyalı komutanlar Mardin’den kuzey ve güneye ticari ve askeri yollar yaparlar. Anadolu’dan Musul’a giden yollar buradan geçer. Asur şehirlerini Anadolu’ya bağlayan ve milattan 2000 yıl önce Kızıltepe’den geçen yol çok önemli bir ticaret yoludur. Bu yol Mardin’de çatallaşır ve bunlardan biri Diyarbakır’a diğeri de Maraş’a gider.149 Tarihi süreç içinde Mervani dönemi de, hem bölge hem de Mardin için bir istikrar dönemi olur. Mervanilerden Nasırüddevle Ahmed (1011-1061) Mardin’i bayındır hale getirir, civar yerlerden halkı getirerek buraya yerleştirir. 10. yüzyılda kente gelen Arap seyyah İbn-i Havkal, kentin çarşısının genişliğinden, kalede kaliteli bir cam madeninin varlığından ve bunun ihraç edildiğinden söz eder.150 Bu dönemde Mardin ve çevresinde çarşılar, camiler yapılarak, ticari açıdan canlandırılır.
Her şeyden önce Mardin coğrafyası, zengin su kaynakları ve verimli toprakları ile tarih boyunca bölgede yaşayan insanlara büyük avantajlar sağlamıştır. Bölgenin tarım, ziraat, bağ, bahçe zenginliği burayı ziyaret eden İbn Cübeyr, Kalkaşandi, İbn Münkız, Ebi’l Fida, Mustavfi gibi kaynakların en çok değindikleri konuların başında gelir.151 Yine seyyahların notlarından; bölgede Moğol hâkimiyeti döneminde bile Mardin’in ticari bir canlılığa sahip olduğu anlaşılmaktadır. Moğol istilasının Yakındoğu’da meydana getirdiği büyük tahribat, Mardin’i aynı derecede etkilemez. Moğol istilasında İlhanlılar ile Memlûkler arsındaki sınır bölgelerinde süreklilik taşıyan savaşlara rağmen, Koçhisar’dan geçen büyük ticaret yolu işlemeye devam eder.
Doğu Anadolu bölgesinin Moğol idaresine girmesi ile birlikte bölgede asayiş ve düzen bozulurken Mardin, bölgenin en güvenilir ve huzurlu yerleşim birimi olmaya devam etmiş bundan dolayı da çevredeki şehir ve kasabalardan halkın iltica ettiği bir çekim merkezi olmuştur. Moğollar da çoğunluğu Müslüman olan bu coğrafyada Memlûkler ile mücadele edebilmek için kendilerine tabi olan Mardin Artuklularına önem vererek, onlara sultan unvanını verirler. Bu dönemde Mardin, milletlerarası ticaret açısından bilhassa İlhanlı ve onun ötesindeki dünya ile Memlûkler arasındaki ticaret trafiğinde önemli bir yer işgal eder.152 "Geleneksel Türk Mutfağı, Yöresel Yemekler, Yöresel Mutfaklar, Osmanlı Saray Mutfağı, Osmanlı Yemek Kültürü, İştah Açıcılar, Zeytinyağlı Tarifleri, Deniz Ürünleri, Balık Yemekleri ,Salata Tarifleri, Sebze Yemekleri, Patlıcan Yemekleri, Tencere Yemekleri, Tavuk Yemekleri"
Mardin, 12. yüzyıldan itibaren başlayan “bölge merkezi” olma niteliğinin yanına önemli bir zanaat merkezi olma özelliğini de ekler. 12. yüzyılın sonlarında Suriye, Mısır ve Irak’ın Eyyubi yönetimi altında bütünleşmesiyle kendini gösteren ticari bütünleşme ve 13. yüzyılda, özellikle Anadolu Selçuklularının kervan ticaretine verdiği önem, Cezire bölgesinde refah artışına yol açar. Bu refah artışının en önemli göstergelerinden birisi, Artuklu devrinde Mardin’de yürütülen bayındırlık faaliyetlerine ilişkin görkemli örneklerdir.153 Kent, 20. yüzyılın başındaki mekânsal genişliğine neredeyse 13. yüzyılda ulaşır.154 12. yüzyılda Arap seyyah İbn Cubeyr; Mardin ve Dunayser çarşılarının yük ve erzaklarla dolu olduğunu ve buradaki hanlar, hamamlar ve çarşılara muhtelif memleketlerden insanların geldiğini ve canlı bir ticaret merkezi olduğunu nakleder. Ayrıca Mardin ve Dunayser’de darphaneler bulunmakta ve başlıca paralar burada imal edilmektedir. Aynı dönemde, gerek Moğol istilası ve gerekse Zengilerin cihat politikaları Musul’dan Harran’a kadar olan bölgelerden Mardin ve Hısn Keyfa’ya göçlere sebep olmuş ve bu durum kentin nüfusunu ve ticari canlılığını arttırmıştır.155
Yakut al-Hamavi de 13. yüzyılın başlangıcında Mardin’de zeytinyağı imal edildiğini belirtir. 14. yüzyılın başlarında Mardin’i ziyaret eden İbn Battuta, Mardin’i şöyle tasvir eder; “Dağın eteğinde kurulmuş büyük bir şehir burası. İslam şehirlerinin en güçlülerinden… Çarşıları cıvıl cıvıl, Me’riz denilen yünden yapılan giysiler burada üretilir. Bu giysilere Mardini de denir.”156 Mardin ve çevresi için en parlak dönem olan Artuklu hâkimiyeti sırasında, siyasi başarılar dışında, ekonomi, bilim ve kültürel alanda görülmemiş ilerlemeler kaydedilir. Yukarı Dicle havzasında yeni kentler gelişir. Koçhisar gibi uluslararası ticaret pazarları daha da gelişir. Musul, Haleb, Bağdat ve Şam kentleri ile yoğun bir alışveriş dönemi başlar ve bu Akkoyunlular devleti dönemine kadar devam eder. İlim ve kültür alanında medrese, kütüphane, hastaneler ve zaviyeler yolu ile halka her türlü hizmet götürülür. Felsefe, tıp, matematik, edebiyat ve hukuk alanlarında büyük üstatlar yetişir. Yine mühendislik ve mimarlık alanında yeni buluşlar ortaya konur.157 Ayrıca Mardin’de ve çevresinde önemli bir kısmı 16. ve 17. yüzyıllara kadar faaliyet halinde olan ve bazıları da bugüne intikal eden camii, medrese, kervansaray, bimaristan gibi toplum hayatı üzerinde çeşitli yönlerden büyük etkileri olan eserler yaptırılır.158
Mardin, Basra-Bağdat-Musul-Mardin-Urfa-Halep ticaret yolu başta olmak üzere, doğunun mallarını Akdeniz dünyası ile buluşturan bir kavşaktır. Artuklu yöneticileri bu dönemde vergilerin düşürülmesi gibi para politikaları, ticari ve sosyal amaçlı imar faaliyetleri, üretimi arttırmaya yönelik tedbirler, siyasi ve sosyal huzur ve güveni sağlamaya yönelik politikalar uygulamıştır. Yine bu sülalenin ilk hükümdarları zamanında vergiler komşu bölgelerdekilere nispetle, düşük tutulmak sureti ile Diyar-ı Rabi’a halkının Mardin ve çevresine göç etmeleri sağlanmıştır. Bu iktisadi ve sosyal refahın temelinde Artuklu hükümdarlarının geniş bir dini hoşgörüye sahip olmaları ve bunu bir devlet politikası haline getirmeleri de önemli bir etken olur. Artuklu Hükümdarları sahip oldukları askeri güçlerini de dikkate alarak Anadolu ve Mezopotamya’ya yayılan diğer Türkmen beyleri gibi yayılma, ya da İslam hükümdarları gibi cihat politikası takip etmeyip, daha ziyade hâkim oldukları bölgeyi koruma ve refahını geliştirme amaçlı çalışmalar içerisinde yer alırlar.159
Artukluları takip eden Akkoyunlu yönetiminde ise Mardin, göçebe dinamiklerin etkisine girmeye başlar. Akkoyunlu Beyi Kara Osman, göçebe güçlere dayanarak siyaset yapsa da, yönettiği bölgedeki tarımsal, sınaî ve ticari faaliyetlerin büyük bölümünü yürüten Ermeni ve Yakubi cemaatleri de içine alacak biçimde güç dengelerini gözetir. Akkoyunlu Kara Osman’ın oğullarından Ali Bey, Türkmenleri Mardin civarına yerleştirip, bölgede Türk-İslam unsurları güçlendirme işini kardeşi Hamza Bey’e bırakır. Daha sonra iktidarının kurumsallaşıp istikrar kazanmasında genel olarak Mardin ve Diyarbakır Hıristiyanlarından destek alır. Akkoyunlu döneminde tekke-zaviye ve medrese gibi yapılar artmış, Artuklu döneminde yapılan cami ve çarşılar kapsamlı onarımlar görmüştür.16.
Yine Akkoyunlular döneminin hemen başlarında; Akkoyunlu hükümdarlığını kardeşi Uzun Hasan Bey’e bırakmak zorunda kalan Cihangir, kendisini siyasi faaliyetlerden çok imar işlerine adar. Cihangir’in oğlu Kasım Bey, Akkoyunlu Devleti’nin güç kaybederek zayıfladığı dönemde Nur Ali Bayındır’ın Diyarbekir’den sürülmesinden sonra, sikke kestirme, fermanlar yayınlama ve kendi adına dış ilişkilere girerek bağımsızca hareket ederken bir yandan da Mardin’i imar etme faaliyetlerini sürdürür. Mardin’de 243 dükkân, bir hamam, civar köylerinde ise 6 değirmen ve 22 bağın yanında 15 köyün hububat hisselerini de vakıf olarak bırakır. Kasımiye Medresesi’nde bir de kütüphane yaptırılır. Onun 1497 yılında kendi adına sikke bastırması, hanedanın farklı bir kolunun yarı bağımsız bir devlet olduğunun da göstergesidir.161 Kasım Bey döneminde Mardin’i ziyaret eden İtalyan elçi J. Barbaro, seyahatnamesinde, kadife ve ipek kumaşların bolca dokunduğu bu şehrin de Hasan Bey’in ülkesine dâhil olduğunu belirtir.
Burada Uzun Hasan Bey’in kardeşi
Cihangir Bey’in yaptırdığı bir hastanede yattığını, orda hastalara yemek verildiğini, eğer hasta tanınmış bir kişi ise ayağının altında her birinin değeri 100 dukadan fazla olan halılar serildiğini yazar.”162 Kasım Bey’in iktidarı döneminde ulema ve bazı umeraya verilen imtiyazlarını gösteren 1498 tarihli bir belgeye göre; yörenin önde gelen ailelerine vergi muafiyeti ve muhtariyet gibi ayrıcalıklar verilir.163 Veriler karşılaştırıldığında Akkoyunlular döneminde de Artuklular gibi Mardin’in önemli bir üretim, tarım ve ticaret merkezi olduğu, tarımsal üretim alanı olarak da önemini koruduğu söylenebilir. Akkoyunlu hükümdarı, Uzun Hasan Bey tarafından devletin yeniden örgütlenmesi için çıkarılan yasalardan Mardin’in ticareti ve iktisadi durumu hakkında çarpıcı bilgiler edinilebilir:
Canlı bir iktisadi hayatın yaşandığı bu kentte, ziraat olan her yerde Müslümanlar için çift resmi, gayrimüslimlerden de ispenç adlı vergi alınır. Ayrıca, ticari ürünlerden ve bunların satışlarından elde edilen gelir üzerinden belli miktarda baç ve tamga alınmaktadır. Kullanılan paralar, Eşrefi, Kayıtbayi gibi Memlük, Şahruhi gibi Çağatayi ve Tenge gibi Akkoyunlu mangırlarıdır. Kayıtlara göre, bu dönemlerde Mardin üzerinden Memlûkler ile canlı bir alışveriş vardır ve bölgede Memlûk paraları makbuldür.164 Mardin’in 16. yüzyıl iktisadi hayatında, Mardin esnaf gurubu içerisinde en zengin olanların tüccarlar olduğu görülür. Bunun başlıca sebebini ise bölgenin uluslararası ticaret yolları üzerinde bulunmasında aramak gerekir. Kent hayatı içinde ticaret ve zanaat işlerini yürüten gayrimüslimler, bir kısım Müslüman aile ile birlikte kentin ticaret burjuvazisini oluştururlar. Bu sınıfsal ortaklığın erbabı arasında kullanılan; “ortaklık için Kürtlerden çok Süryani’yi tercih ederim çünkü daha mülayimdir” sözü bu tercihin hala geçerli olduğunu ve gerekçesini de açıklar.
Osmanlı döneminde, özellikle Diyarbakır-Musul-Bağdat, Diyarbakır-Trabzon ve Urfa-Halep-Musul yollarından geçen kervanların büyük bir bölümü Mardin’e uğrar. Bu kervanların Asya’nın zenginliklerini (ipek ve baharat) ve özellikle de Hint ve İran mallarını taşıdıkları bilinmektedir. Ayrıca Mardin civarında yetişen zirai ürünlerin de şehrin iktisadi hayatında ikinci ve önemli bir zenginlik kaynağı olduğu arşiv kaynaklarına yansır.166 Mardin civarındaki köylerde yetiştirilen ve şehre getirilerek satışa arz edilen çeşitli zirai ürünlerin de iktisadi faaliyetler anlamında büyük önem arz ettiği, bunlardan alınan vergilerin yüksekliğinden anlaşılmaktadır.167 Mardin’e ait kanunnamelerden, Mardin Naibi Ahmed’in 1654 tarihli arzından ve Mardin’e ait seyahatnamelerdeki bilgilerden aynı sonuç çıkar. Bu ticari faaliyetlerin yanı sıra, şehirdeki ve civar köylerdeki dokuma tezgâhları, Mardin’deki darp-hane, baş-hane, kiriş-hane, boya-hane, boza-hane, dabbağ-hane, şem’i-hane ve susam-yağı imalat-hanesi gibi sınai tesisler Mardin’de hayli gelişmiş bir endüstrinin de mevcudiyetine işaret eder. Bu üretim tesislerinin bazıları en ilkel halleriyle varlıklarını bugün de şehirde sürdürür.
Osmanlı yönetimindeki Mardin’i şekillendiren temel dinamikler ve tarihsel faktörlerin karşılıklı etkileşimleri, kentin sosyal ve ekonomik yapısında iki ana faktör bir denge oluşturur: Kürt, Türk, Arap, Ermeni, Süryani köylü ve göçebeler, tarımsal ekonomiyi kontrol eder. 17. ve 18. yüzyıl boyunca Mardin kazasının toplam gelirlerinin neredeyse 2/3’si yerleşik ya da göçebe bu aşiretlere bağlı köy ve mezralardan gelmiştir. Ağırlıklı olarak Süryani ve Ermenilerden oluşan kent merkezindeki esnaf, zanaatkâr ve tüccar kesim ise, kentsel ekonomi ve ticaretin yarattığı artı değer kentin ana ekonomi damarlarını oluşturur. Osmanlı merkezi yönetiminin bölgedeki temsilcileri; asker ve bürokratlarla Kürt ve Arap kökenli aşiret reisleri olmuştur. Ayrıca bölgedeki bazı aristokrat aileler Osmanlı yöneticileriyle, bölgede devlet adına vergi toplamak, üretim rantını paylaşmak amacıyla ilişkiler geliştirme çabası içinde olurlar.168
Daha önce değinilen Osmanlı döneminde; şehrin, Bağdat, Musul ve Diyarbakır eyaletleri arasında gidip gelmesinin tek nedeni sadece bölgedeki aşiretlerden kaynaklı değildir. Bu değişikliklerde asıl önemli konu, Mardin’in ticari öneminin büyüklüğüdür. Mardin, çevresindeki tarımsal üretimin ve aşiretlerin denetlendiği bir merkez olduğu gibi Halep ve Musul’la bağlantılı transit ticaret yollarının da (Hint-İran ticaret yolları) denetim noktalarından biridir. Bu nedenlerle Mardin, Hint-İran ticaretinin aksamaması ve aşiretlerin ortaya çıkardığı göçebe, köylü ve devlet düzeni çelişkilerinin çözümü için, bu alanın denetim merkezi olarak ortaya çıkan Bağdat’a bağlanmıştır. Mardin’in bu üç eyalet arasında gidip gelmesinin sebeplerinde biri de, gümrük vergileri sebebiyle eyaletler arası rekabettir.169 Yine bir başka neden de gayrimüslim reayadan alınan vergilerin çokluğudur.
Mardin yüksek dağlık bölgeler ile çöl arasında geçiş mevkiinde bulunmasından dolayı hem dağlı aşiretlerin, hem de çöl aşiretlerinin iktisadi faaliyetlere katıldığı bir bölge olmuştur. Daha çok kışlamak için bölgeyi tercih eden aşiretlerin, Van, Diyarbakır, Hakkâri, Musul arasında yazlık kışlık hareketleri Mardin’i siyasi ve sosyal açılardan etkiler. 17. ve 18. yüzyıllarda ekonomik krizlerin yol açtığı isyanlar, Arap aşiretlerinin güneyden kuzeye doğru baskı yapması ve aşiretler arasındaki çatışmalar Mardin ve çevresindeki düzenin sarsılmasıyla sonuçlanır.170 Aynı şekilde Mısır meselesi sebebiyle 19. yüzyılın ilk yarısında çıkan çatışmalar, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır ordusu ile bu bölgeye gelmesi asayişi büyük ölçüde sarsar. Hatta bundan yararlanan bazı mahalli Bedevi ve Kürt aşiretleri şehir ve kasabalar ile ticaret yollarındaki tesislere saldırarak zarar verirler.171
Cumhuriyet dönemi Mardin’ine bakıldığında ise; 1950’li yıllardan itibaren başlayan Mardin dışına sermaye göçünün, 1960’lı yıllar boyunca da devam ettiği söylenebilir. Sadece sermayeyle sınırlı kalmayan, eski büyük ailelerin birçok üyesinin de batı metropollerine yerleşmesini kapsayan bu göç, Mardin’in sınıfsal, etnik ve dinsel yapısında, sonradan da belirginleşecek olan değişimlere neden olur. Mardin’den dışarıya göçe bir başka göç eşlik eder; 1950’lerde büyük toprak sahibi Kürt köylülerinin kente yerleşmeye başlamasından sonra, ikinci büyük akın, yine çevre köylerin zenginlerinden gelir.
Mardin, 1960’lardan itibaren kırsaldan gelen Kürt nüfusun giderek arttığı bir kent haline gelir.172 1980 darbesi ve sonrasındaki sıkıyönetim uygulamaları bölgeden göçü hızlandırarak, bölgeden kaçışa çevirir. 1990’lı yıllarda yaygınlaşan faili meçhul cinayetler, köylerden kent merkezi ve ilçelere göçü arttırırken, Mardin kent merkezinin bu göçten çokta fazla etkilenmediğini söylemek olası. Çünkü bu göç sürecinde özellikle Kızıltepe, göçten çok fazla pay alırken Mardin merkez için adeta bir baraj görevi üstlenerek göçle gelen nüfusun merkezde yoğunlaşmasını engeller. yemek kültürünün korunması veya değişim süreci; aynı zamanda ekonomik yapının değişim süreci ile de ilgilidir.
Bu yüzden kentin, günümüz ticaret, ekonomi ve sosyal yapısına da aşağıda yer verilmiştir. Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, gelir dağılımında eşitsizliğin yoğun bir şekilde yaşandığı bir ülkedir ve bu eşitsizliğin en önemli kaynaklarından biri bölgeler arasındaki çok yüksek gelişmişlik farklarıdır. Bu farklılıklardan en fazla payını alan bölgelerden biri olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bölge içi gelişmişlik farklarının ülke geneline kıyasla daha az olduğu ve yoksulluğun paylaşımında bir eşitliğin söz konusu olduğu görülür. Mardin, TRC3 Bölgesi 2001 verilerine göre kişi başına 993 $ GSYİH ile Türkiye’nin en yoksul illerinden biridir. Bir toplumdaki gelir seviyesi; tüketim harcamalarının dağılımı, toplumsal adalet, gelişmişlik ve yoksulluk düzeyleri hakkında bazı yargılara varmak açısından önemli imkânlar sunar. Kişisel gelirin ölçülmesinde daha gerçekçi göstergeler sunan satın alma gücü paritesine göre Mardin’de 2001 yılında kişi başına düşen Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla aynı yılın Türkiye’de kişi başına düşen GSYİH’nın % 46’sı kadar (2809 $)dır. 2008 yılında yine TRC3 bölgesinde kişi başına düşen milli gelir 3812 $’dır ve 10000 $ civarı olan Türkiye ortalamasının oldukça altındadır.
Sosyolojik açıdan bir bölgenin ekonomik gelişmişliği sadece kişi başına düşen gelir miktarından hareketle ölçülemez. Gelişmişliği tetikleyen unsurların başında bölgenin sosyal, ekonomik, kültürel, beşeri ve doğal sermayeleri gelmektedir. EDAM tarafından yapılan ve Ocak 2009’da yayınlanan “Türkiye İçin Bir Rekabet Endeksi” çalışmasına göre TRC3 Bölge illerinin yaratıcı sermaye ve fiziki altyapı endeksleri gibi açılardan çok gerilerde yer aldığı tespit edilmiştir.173 Bu durumun kurulan şirket ve kooperatif sayılarına yansımalarının son derece olumsuz olduğu görülmektedir. Ayrıca bölgedeki işletmelerin Ar-Ge ve yenilikçiliğe yeterli miktarda bütçe ayır(a)madıkları tespit edilmiştir. Girişimcilik ve inovasyon ruhunun eksikliği hem sermaye birikimini ve hem de istihdam artışını olumsuz etkileyen bir durum olarak karşımıza çıkar. 2009 yılı verilerine göre Mardin ilinde mevcut kayıtlı işletme sayısı 187 olup bu işletmelerde toplam 5.115 kişi çalışmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu işletmelerin büyük çoğunluğunu KOBİ’ler oluşturmakta olup her bir işletmede ortalama olarak 27 kişi çalışmaktadır.174
Bölgedeki yoksulluk ve reel gelirin düşüklüğü hakkında aynı derecede çarpıcı bir başka gözlem de tüketim harcamalarında gıda ve alkolsüz içeceklerin payına bakılarak yapılabilir. Türkiye genelinde hane halkları tüketim harcamalarının % 27,5’ini gıda ve alkolsüz içeceklere ayrılırken bu oran Mardin’in de içinde yer aldığı TRC3 Bölgesi’nde % 48,8’e çıkmaktadır. İktisat teorisinde Engel Kanunu olarak bilinen kurama göre, temel tüketim mallarından gıda ve alkolsüz içecekler için yapılan harcamaların gelire oranı, gelir arttıkça azalmaktadır. Bu oranlar arasındaki farkın bu kadar yüksek olması Türkiye ve TRC3 Bölgesi’nin ortalama bireyleri arasında çok önemli bir reel gelir farkının olduğunu göstermektedir. Üstelik söz konusu oranların sergilediği değişim dikkate alındığında, bölge halkının gelir düzeyinin Türkiye ortalamasına yaklaşma eğiliminden uzak olduğu görülür.175
Yine aynı verilere göre; Mardin özellikle küçük sanayi siteleri iş yeri sayısı ve imalat sanayi yıllık çalışanlar ortalama sayısı gibi veriler açısından Türkiye’nin en geri kalmış şehirleri arasında yer almaktadır. İmalat sanayi, gelişmesi için ciddi bir potansiyele sahip olmakla birlikte başta altyapı ve kalifiye eleman eksikliği olmak üzere birçok nedenden dolayı geri kalmıştır. Mardin ilinde OSB, 1976 gibi çok erken bir tarihte kurulmuş olmasına rağmen gerek altyapı ve gerekse de güvenlik sorunları nedeniyle yeterince verimli bir şekilde çalışmamaktadır. 176 TRC3 Bölgesi’nde tarım dışı alanların % 47’si mera ve orman haricindeki dağlık alanlardan oluşmaktadır. Tarım dışı alanın % 19’unu kaplayan TRC3 Bölgesi’ndeki çayır ve mera alanları, hem GAP Bölgesi rakamları hem de ülke ortalamasının altındadır ki bu durum bölgede hayvancılığı oldukça güçleştirir. Öte yandan Mardin % 41 oranı ile bölgenin toplam yüzölçümü içinde en fazla tarım alanına sahip olan ilidir.177Sulu tarımın geliştirilmesi açısından büyük bir potansiyele sahip olan Mezopotamya ovası; GAP’ın önemli bir ayağı olan Ceylanpınar ve Kızıltepe’ye açık kanalla su getirecek projenin tamamlanamaması nedeniyle halen bu potansiyeli değerlendirememektedir.178
Sümer Kralı Lugarzergiz’in M.Ö. 2850 yılında düzenlediği ve Akdeniz’e kadar uzandığı sefer sırasında egemenlik altına aldığı Mardin, bu tarihten itibaren şehircilik, sulama ve tarım alanında ileri bir seviyeye ulaşır. 179 Ardından Akadlar ve Büyük İskender’in fetihlerinden sonra yapılan ticaret yollarının kavşağında yer almış ve bu özelliğiyle de ekonomisi ticarete dayalı bir gelişme içerisinde olmuştur. Ancak Cumhuriyet Devletinin sınırları ticaret yolları üzerindeki bu kentin ticaret yollarını tamamen kapatır. Daha önce kuzey-güney ticaret yolu üzerinde Musul-Halep-Diyarbekir kentleri arasında bir ucu Akdeniz’den Ortadoğu’ya, diğer ucu Karadeniz’den Asya’ya uzanan ticaret yollarının kesişim noktası olan bu şehir, yeni sınırlarla bu özelliğini artık yitirmiştir. Sınırların serbest ticareti imkânsız hale getirmesi, yeni sınırlar içerisinde ise üretim merkezlerinin batıya kayması Mardin’in bütün Güneydoğu Anadolu bölgesinin geri kalmışlık olan makûs talihini paylaşmasıyla sonuçlanmıştır. Artık ne Akdeniz limanlarına, Asya’nın zengin ülkeleri Hindistan ve İran’dan baharat ve kumaş götüren kervanlardan alınan vergi gelirleri vardır ne de Musul’da, Şam’da, Diyarbekir’de pazarlanmak üzere üretilen ipek kumaşların tezgâhı…
Son dönemlerde sıkça gündeme gelen ve adeta kentin ekonomik gelişiminde mucize reçete gözüyle bakılan turizm potansiyeline gelince; Mardin’in sahip olduğu kültürel ve doğal varlıkların oluşturduğu turizm potansiyelinin geçmişten günümüze çeşitli sebeplerden dolayı yeterince değerlendirildiği söylenemez. Bölgedeki mevcut kültür varlıklarının yeterince araştırılamaması, güvenlik, ulaşım, tanıtım, kalifiye eleman yetersizliği gibi problemlerin varlığı, Mardin’de turizmi geç ele alınmış bir sektör olarak göstermektedir. UNESCO Dünya Miras Sözleşmesi’ne 1983 yılında imza atan Türkiye, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğu altında birtakım çalışmalar yürütmektedir. Bu kapsamda Türkiye, Dünya Miras Listesi’ne 9 yeri kayıt ettirmiş ve geçici listede 26 kültür varlığı daha bulunmaktadır ki Mardin’de, “Mardin’in Kültürel Görünümü” adıyla listede geçici kültür varlıkları arasında yer almaktadır. Güvenlik ve ulaşım problemlerinin geçmişe nazaran belli ölçüde çözülmüş olması, kültür varlıklarının araştırılmasına önem gösterilmesinin yanında son yıllarda Mardin’de çekilen dizi filmlerin kentin tanıtımına ve dolayısıyla turizm sektörünün gelişimine büyük bir ivme kazandırdığı görülmektedir. Ancak turizmin kentin ekonomik hayatında lokomotif sektör olarak ön plana çıkması için kat edilmesi gereken henüz çok uzun bir yol vardır.
11-Mardin de Dil ve Eğitim, Edebiyat ve Sanat
Mardin’in bulunduğu coğrafya, sadece derin bir toplumsal ve siyasi tarihe değil, kültürel tarihe de sahiptir. Tur Abdin bölgesi, manastır hayatının gelişmesiyle Doğu Hıristiyanlığının önemli merkezlerinden biri olmuştur. Mardin’de Ural-Altay, Hint-Avrupa dilleri (Türkçe-Kürtçe) ile semitik diller (Arapça-Süryanice) konuşulmaktadır. Özellikle Artuklu, Karakoyunlu ve Akkoyunlular, Mardin’i önemli bir kültürel ve siyasi merkez haline getirirler. Bölge Kürt kültürü ve siyasi hareketleri için büyük önem taşır; Kürt folklorunun en büyük eseri sayılan Ehmedê Xani’nin Mem û Zin destanı Cizre kökenlidir. Çaldıran ve sonrasında Osmanlının, Kürt Beyliklerine yüzyıllar boyu bakışını etkileyen İdris-i Bitlisi bu bölgeye oldukça faal siyasi bir süreç yaşatmıştır. İlk büyük Kürt ayaklanması sayılan Bedirhan Bey Ayaklanması bu bölgede vukuu bulmuştur. Bu hanedanlık aynı zamanda seçkin Kürt aydınları yetiştirmiştir.180 Mardin, bu anlamda tarihi boyunca gerçek anlamda kozmopolit bir yapıda kalarak, her milletten ve ümmetten toplulukların birlikteliğini sağlamakla kalmamış, bunu devam ettirmiştir, her bakımdan çeşitli inanç gruplarından insanlara korunak olmuştur.181
Arap-İslam egemenliğinin, Bizans-Sasani nüfuzunu kırarak Mardin ve çevresine yerleştiği dönemde, Yakubiler ve Nasturiler arasında ibadet dili Süryanicedir. Emevi egemenliği ile birlikte yönetim dili Arapça olmuş ve çok sayıda Hıristiyan da yönetimdeki görevleri nedeniyle Arapça öğrenmek durumunda kalmıştır. Bu durum, 8. yüzyıldan itibaren Süryani âlimlerin, Süryaniceye aktarılmış Yunanca eserleri Arapçaya çevirmelerini kolaylaşmıştır. Bu sayede Arapçanın bilim ve kültür dili oluş süreci başlar. Diğer yandan Arapların yerli halkla teması, Arapçayı daha da yaygınlaştırır. Arapça, giderek Yakubi ve Nasturi kiliselerinde kullanılan gündelik dil haline gelirken, Süryanice ibadet dili olmayı sürdürür. Bölgede 11. yüzyılla birlikte Arapça hem egemen yazı dili hem de günlük konuşma dili haline gelir. Ancak Araplaşma yönündeki bu kültürel dönüşüm, İslamlaşmadan ayrı bir süreç olur.182
Mardin, 12. yüzyıl ortalarından itibaren, Artuklulara başkentlik yaparak bir bilim ve kültür kenti olarak yükselir. Artuklular döneminde camiden çok medreselere önem verildiği görülmektedir. Mardin’de Artuklular döneminde 12. ve 13. yüzyıllarda yapılan en önemli eğitim kurumları aşağıdaki gibidir: Emineddin Külliyesi, Necmeddin Külliyesi, Hatuniye (Sitt-i Radviyye) Medresesi, Şehidiye (Semanin) Medresesi ve Camii, Marufiye (Hacı Ma’ruf ya da Beyt’ül-Artuki) Medresesi, Altınboğa Medresesi, Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi, Melik Mansur (Şeyh Aban ya da Lıbben) Medresesi, Taceddin Mesut Medresesi, Hüsemiye Medresesi, İbrahim Bey Bin Bincan Cam-i ve Şah Sultan Hatun Medresesi, Kasımıye Medresesi, Hamza-i Kebir Zaviyesi, Cihangir Bey Zaviyesi, Hamza-i Sağir Zaviyesi.
Artuklular döneminin aksine Osmanlı hâkimiyetinde Mardin’de sadece eğitim alanında değil kentin gelişimi anlamında da hemen hiçbir gelişmenin olduğu söylenemez. Çünkü Artuklular döneminde merkez olan Mardin, Osmanlı döneminde merkeze oldukça uzak bir taşra kentidir. Osmanlı döneminde Mardin’de Artuklu ve Akkoyunlu dönemlerine ait medreselerde eğitim-öğretim devam eder. Ancak 19. yüzyılda Tanzimat döneminin ilk kapsamlı modernleşme girişimiyle yaşanan yapısal dönüşümler sonucunda yeni eğitim kurumları ortaya çıkar.183 Mardin’de, kültür-edebiyat ve hatta sanattan söz edilecekse burada Artuklular döneminden Cumhuriyetin yakın zamanına kadar Mardin’e bağlı bir ilçe olan Cizre’ye de yer vermek gerekecektir. 1096 yılında Büyük Selçukluları müteakiben emir ve şeyhliklerle idare edilen Cizre; bu imparatorluğa bağlı olarak kurulan beyliklerden biri olan Artukoğulları Beyliği’nin bazen Mardin koluna, bazen Hısnıkeyfa koluna bağlanır. Bu dönemde önemli kültür merkezlerinden biridir.184
Zamanın büyük Fen âlimlerinden biri olan Ebü’l-İz, Cizre’de yetişmiş olan bilim insanlarından biridir. Ebul-İz El-Cezeri tarafından yapılan kilitler, Cizreli demirciler tarafından üretilmiştir. Cizre’nin 10. asırda nüfusunun 70 bin olduğu Arap ve İslam yazarlarınca kaydedilir.185 Kürtçede Cizre’nin adı “Bajar”dır. Bajar şehir demektir. İlçenin 10 bin yıllık geçmişi ve pek çok kültüre, millete başkentlik yapmış olması, ticari ve ekonomik olarak gelişmiş olması, bajar isminin kullanılmasına neden olmuştur. Müzikte kullanılan Kurdi, Kurdili, Kurdili Hicazkâr ve Huseyni müzik perdeleri, Cizre Azizan Beyliği ve diğer Kürtlerin müzik perdeleri olarak bilinir.186 Cizre’nin Ortadoğu halkınca bilinen Irak, İran ve Erivan radyolarında eserleri çalınan çok sayıda ses sanatkarları vardır; Mehmet Arif Ciziri, Said Ağa Ciziri, Hasan Ciravi, Aşık Ali Ciziri bunlardan bazılarıdır.
Yine Cizreli ünlü çok sayıda şair yazar ve sanatçı da bulunur. Bunlardan bazıları;
Ebu Tahir İbrahim Bin Muhammed El Cezeri, Ebulkasım Ömer Bin Muhammed El Cezeri, Melayê Cizîrî, Bedirhan Bey ailesinden; Revşen Bedirhan, Leyla Bedirhan, Ahmet Süreyya Ali Bedirhan, Celadet Ali Bedirhan ve daha pek çok ismi saymak mümkündür. Her biri ayrı bir bilim dalında otorite olan ve ilim dünyasında İbnü’l-Esir Kardeşler diye şöhrete kavuşan kardeşlerin yetiştiği mekân da yine Cizre’dir.187 Bölgenin tanınan en önemli edebiyatçısı ise hiç kuşkusuz; Şeyh Ahmed-i Xani’dir. 1061 yılında doğmuş olan Xani; en büyük eseri Mem u Zin’de o günkü Cizre hakkında önemli tasvirlere yer verir. Şairin; Cizre’yi şu üç yönüyle öne çıkardığı görülür; zenginlik, bolluk, çevre güzelliği.