Bir Tecellîgâhtır Ayna | Aynanın Tarihçesi

Bir Tecellîgâhtır Ayna | Aynanın Tarihçesi

Karşısındakini bize aksettiren o büyülü levha; ayna… Neler, neler görmedi ki insanoğlu, senin karşında? Yokluğunda bile buldu seni durgun bir suda, izledi kendini ve âlemi...

Bir Tecellîgâhtır Ayna | Aynanın Tarihçesi
Tolunay Sandıkcıoğlu
Karşısındakini bize aksettiren o büyülü levha; ayna… Neler, neler görmedi ki insanoğlu, senin karşında? Yokluğunda bile buldu seni durgun bir suda, izledi kendini ve âlemi sonsuz bir hayranlıkla. 
 
Kendi suretini görme merakındaki insan, daha insanlığın ilk dönemlerinden itibaren durgun suları, cilaladığı volkanik taşları, parlattığı gümüşleri, tunç, bronz ve çelik levhaları ayna olarak kullanmış. Fakat zamanla yeni bir malzemeyi, camı kullanarak arkası sırlı aynalar yapmayı öğrenen insanoğlunun kendini görme merakı hiç değişmemiş. Bu yüzden gerek Batı’da, gerekse Doğu’da aynaya felsefî anlamlar yüklenmiş, bir metafor olarak günümüze kadar gelmiş. 
 
Yaratılmışın ilk aynası, su… 
Söz konusu aynaysa, Eskiçağda onu en iyi yansıtan mit, Narkissos’unkidir elbet: Kendine âşık olanlara aldırmayan Ekho, bir gün bir avcı görür. Narkissos adındaki bu avcı çok yakışıklıdır ve Ekho ona âşık olur. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermez. Buna çok üzülen Ekho ölür ve vücudu 'eko' dediğimiz yankılara, aksisedâya dönüşür. Bu duruma çok kızan tanrılar Narkissos’u cezalandırmaya karar verir. Avlandığı sırada susayan Narkissos bir dere kenarına gelir ve su içmek için eğilir. Bu sırada, sudan yansıyan kendi yüzünü görür. Daha önce fark etmediği bu güzellik karşısında büyülenir ve kendi görüntüsüne âşık olur. Artık ne su içebilir, ne yemek yiyebilir. Aynı Ekho gibi Narkissos da günden güne eriyerek ölür ve vücudu nergis çiçeklerine dönüşür.
 
Narkissos mitindeki su, gören bir göz için benliğin derinliklerini gösteren bir ayna, bir tefekkür nesnesidir. Dünyanın ve yaratılmışların kendini algıladığı ilk görüntü olan su, ‘dünyanın kendini seyrettiği kadim bir aynadır’. Tıpkı bir başka mitosdaki Medusa’yı gören gözler gibi dona kalan Narkissos, derin düşüncelere dalarak dünyadan geçme faslına ermiştir. 
 
Eskiçağ Anadolu’sunda önemli bir devlet kuran Hititlerin mitolojisinde ise aynayla ilgili ‘hayatî’ bir hikâye vardır. Istustaia ve Papaia adındaki iki yeraltı tanrıçası tıpkı eski Yunan mitolojisindeki moiralar gibi insanların kader iplerini ellerinde tutup eğirir. Bu tanrıçaların ellerinde ayna ve iğ (kirmen) vardır. “Biri iği tutar, diğeri geniş aynalar tutar. Ve kralın yıllarını örerler. Ve yılların sınırı ve hesabı yoktur.” şeklinde mitoslarda geçen bu tanrıçalar aynanın ta o zamanlarda kazandığı değeri ve kutsiyeti bizlere anlatır. 
 
Ayna ile ilgili bir başka söylence ise, biraz daha geç dönemlere aittir. M.Ö. 212 civarında Romalı General Marcellus, ünlü matematikçi Arşimet (Archimedes)’in yaşadığı adaya saldırır. Roma filosunu geri püskürtmek için uğraşan Arşimet, cam ya da bronz olduğu düşünülen bir aynayla güneşin güçlü ışınlarını gemilere odaklar ve sonunda filoyu yakar. Bu rivayetin doğruluğu henüz ispat edilemese de aynaların gücü ve kullanım alanları hakkındaki fikirlerimizi daha da geliştirdiği kesin. 
 
Hüsnüne heyran olan fâniler
Eski Türkçesi gözgü, Arapçası mir’ât, Farsçası âyînedir aynanın… Osmanlı’da ayna, hem gerçek manasında hem de mecaz manalarında, değişik kavramlara sembol olarak kullanılır.
 
Divan edebiyatında aynanın parlaklık ve aydınlığıyla sevgilinin yüzü, gerdanı ve sinesi arasında benzerlik kurulur. Narkissos gibi aynaya sürekli bakmak, kendini beğenmek, dinsizlikle eş tutulur. 
 
“Zinhâr eline âyîne vermem o kâfirin / Zira görünce kendini büt-perest olur.” diyen Bâkî ile “Neden sık sık bakarsın böyle mir’at-ı mücellâya / Meğer sen dahi kendi hüsnüne heyran mısın kâfir?” diyen Nedim bu düşünceleri paylaşan şairlerden bazılarıdır. 
 
Şiirlerinde aynayı bir metafor olarak sıklıkla kullanan ve ayna üzerinden pek çok başka kavramı sorgulayan Şeyh Galip ise, “Aksini seyreylerim âyînede dîvârdan / Gerçi bu sûretle pinhân eylerim agyârdan” diyerek Platon’un idealar dünyasına gönderme yapmaktadır âdeta... 
 
Varlığın aynasıdır yokluk
Toplumun günlük hayatında da önemli bir yer tutan ayna, bir erkeğin bir kadına verebileceği en güzel hediye olarak yer etmiş Osmanlı’da. Hediye bir ayna almak, nice pahalı hediyelerden daha makbulmüş hatun kişilerin gözünde ve dahi gönlünde. Çünkü aynanın manası, “Sana alacak senden daha güzel bir hediye bulamadım!” demekmiş. 
 
Aslında bu, toplumsal bir geleneğin devamı olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü Mevlânâ da, Mesnevi’de aynı ayna temsilini örnek olarak verir okurlarına. Hz. Yusuf’u ziyarete giderken birisinin ona hediye olarak ayna götürdüğü ve “Senin güzelliğine layık bir şey bulamadım; aynaya bakıp kendi güzelliğini gördükçe beni de hatırlarsın.” demeye getirdiğini anlattıktan sonra şunları söyler Mevlânâ: “Varlığın aynası nedir? Yokluk. Varlık yoklukta görülebilir; bir yerde yokluk, noksan var mı? Orası, bütün sanatların, hünerlerin aynasıdır.”
 
Ayna, sonsuzluğu simgelemesiyle de karşımıza çıkar tarih boyunca. “Güzel bir aynadan kendini seyreden sonsuzluktur.” diyen Halil Cibran felsefedeki “sonsuz aynalar paradoksu”nu ve bunun çevresindeki felsefî tartışmayı hatırlatır sanki bizlere. 
 
Birbirini aynalar “hüve”
Hiç kimsenin kendi yüzünü doğrudan göremediği şu garip dünyada, “ben”liği görebilmenin yegâne yolu, vazgeçilmez aracı aynadır. Tasavvufta da önemli bir simgeye dönüşür ayna, hiçbir şey söylemeden her şeyi söyleyebilen, hiçbir şeyi saklamadan olduğu gibi ortaya dökebilendir çünkü. Birbirini aynalar tasavvufta hüve (o) kelimesi. Hüve hüve, yani O, O’dur ise, insanın yaratıcısıyla ünsiyetini göstermesi, yarattığı Âdemî aynada kendini seyredişi olarak yorumlanır.  
 
Bir tecellîgâhtır ayna, sevgilinin göründüğü, kendini gösterdiği yerdir. Görülen ve görülmeyen tüm âlem, o âlemdeki her bir nesne, yaratılmışların küçük büyük her biri, tüm insanlar, insanın gönlü, kalbi Allah’ın mazharıdır; göründüğü yerdir; yani aynasıdır. Ayna bütün bunların yeryüzündeki sembolüdür bir nevî. 
 
“Eğer ayine bin olsa bakan bir / Gören bir, görünen bin, bin göründü.” demiş aydınlık yüzlü Yunus. Tasavvufî açıdan böylesine bir aydınlık yüz, kalbin aynasıdır. Yaratıcı’dan aldığı ışığı kalbine ve oradan da tekrar Yaratıcı’ya yansıtan bir gönül aynası…
 
BUNLAR KUTU İÇERİSİNDE KULLANILABİLİR
 
Obsidyen aynalar:
Doğal yollarla oluşmuş volkanik bir cam olan obsidyen, insanoğlunun ilk aynalarındandır. Anadolu’da M.Ö. 6000 civarına tarihlenen obsidyen aynalar bulunmuştur.  
 
Boy aynası:
Eskiden aynalar sadece el aynası olarak kullanılırmış. Tüm vücudu görebilecek kadar büyük aynalar, yani boy aynaları ancak M.S. 1. yüzyıl civarında ortaya çıkmıştır.
 
Ayna hediye etmek:
Eskiçağda başlayan ve Sanayi Devrimi sonrasına kadar devam eden süreçte aynalar hep zenginliğin, aristokrasinin ve gücün simgesi olur. Krallar saraylarına aynalı galeriler yaptırır, imtiyaz verdiği kişilere ayna hediye ederler. 
 
Venedik aynaları:
Ortaçağ boyunca hafif dışbükey metal yüzeyler ayna olarak kullanılırken arkası ince bir tabaka ile kaplanan cam aynalar ilk defa 14. yüzyılda Venedik’te yapılır. 16. yüzyılda ise yaygın olarak kullanılmaya başlanır. 
 
Modern ayna yapım tekniği:
Camın arkasına kimyasal işlemle incecik bir gümüş tabaka kaplama fikri 1835 yılında Justus von Liebig tarafından bulundu. Böylelikle modern ayna yapım tekniği doğmuş oldu. 
 
Ressamların efendisi:
Ünlü sanatçı Leonardo da Vinci aynayı “ressamların efendisi” olarak tanımlar ve ekler: “Ressamlar aynada gördüğümüz nesnelerden yansıyan canlılığın kendi resimlerinde bulunmadığını gördüklerinde, çoğu kez çaresizlik duygusuna kapılırlar. Oysa her ikisine de bir gözümüzü kapayıp öyle bakmamız şıkkı dışında, bir tablo hiçbir zaman bir aynanın yansısıyla aynı etkiyi taşıyamaz.”
 
Çanakkale’nin aynalı tüfekleri:
“Bir gün, taarruz esnasında düşmandan aynalı tüfek ele geçirdim. Ona bakarak bizim tüfeklere de ayna yaptım. Her mangaya bir tane aynalı tüfek dağıtıldı. Tüfeğin namlusuna önlü arkalı iki ayna koydum. Siperden kafanı çıkarmadan aynalara bakıp düşmanı görüyordun.” diye anılara geçen ayna düzenekli tüfekler Çanakkale Savaşı’nda her iki tarafında kullandığı etkili silahlardan biridir.  
 


Türk Aşçı Haberleri Ve Güncel Mutfak Haberleri Not::
Eğer sizde mesleki haberinizin yada tarifinizin web sitemizde yayınlanmasını istiyorsanız; "Haberini Yada Tarifini Paylaş" sayfamızdaki kriterlere uygun bir şekilde uygun içeriklerinizi bize gönderebilirsiniz. Türk Aşçı Haberleri internet sitesinde yayınlanan yazı, haber, röportaj, fotoğraf, resim, sesli veya görüntülü şair içeriklerle ilgili telif hakları www.turkascihaberleri.com 'a aittir. Bu içeriklerin iktibas hakkı saklıdır. İlgili haber kopyalanarak başka bir site tarafından yayınlanmaya ihtiyaç duyulduğu takdirde kaynak gösterilerek ve web sitemize link verilerek kullanıması mümkündür.


  • Facebook'ta paylaş

Bu Habere Yorum Yap

Benzer Haberler