Kendine Ait “Töreni Olan Tek Tatlı” Ve Onun "Orta Asya Kökleri“
Ser Tabbah Veyis DURDU
Bizler baklavanIn rekorunu kime ait olduğunu konuşarak meşgul olurken. Mutfağımızdan bir çok yemeğimizi başka ülkeler tescil ettirirken kamuoyu “sahip olunan degerlerimizin kökenini önemsemeyip bilmediği için“ bu kültürel degerlerimize başkaları sahip çıkabilmekte. Mutlaka baklava rekoru çok kıymetli emegi gecen ustamIzın ve ustalarımızın emeklerine sağlık.
Fakat daha önemli ve “kıymetli olan baklava ve benzer degerlerimizin farkına olup gecmisten bugüne kökenini ve gelişimi öğrenerek sonraki kuşaklara aktararak baklava ve diğer tüm değerlerimize sahip çıkarak yasatabilmektir “. Böylece bu rekorlar daha bir anlam ve deger kazanacaktır.
Bu yazımı, Sayın Fevzi HALICI , Sayın Nevin HALICI hocama ve Sayın Charles PERRY´e ithafen , saygılarımı sunarak yazıyorum . Çünkü merhum Sn. Fevzi Halıcı Türk mutfağını tanıtımı için bir çok uluslararası sempozyumlar düzenlemişlerdir . Aynı şekilde Sn. Nevin Halıcı hocam medyatik olmadan şov yapmadan mütevazi kişiliği ile Türk mutfağına ve gastronomisine çok büyük hizmetler vermiş halen vermeyede devam etmekte olup ülkemiz için çok kıymetli saygı deger bir duayendir .
Avrupa’da Yunanca Filo veya Almanca Strudelteig olarak bilinen çıtır çıtır ve çok katmanlı hamur işi tatlısı mutfağın en karmaşık ürünlerinden biridir. Baklavanın çok yönlülüğünün farkına varıldıkça Batı Avrupa ve ABD de popülerliği artmaktadır.
Yirminci yüzyıla gelinceye kadar bu hamur işi Macaristan, Balkanlar ve Arap dünyasının bazı kısımlarında yaygındı; “ bu yöreler Osmanlı imparatorluğunun hemen hemen eski toprakları idi; “ayrıca Osmanlı imparatorluğu ile sınırdaş olan İran ve Avusturya gibi ülkelerde de baklavaya rastlanıyordu. Öyleyse bunun Türk buluşu olduğunu varsaymak mantıklı olacaktır.
Oysa Amerikalılar ve batı Avrupalılar bazen bunu kabullenmemek eğilimindedirler. Öyle görünüyor ki bu zarif ve karmaşık ürünün Türkler gibi göçebe kökenli bir halka ait olduğunu benimseyememekte ;
“bölgede Osmanlı dönemi öncesi katmanlı hamurişi geleneği bulunmamasına karşın baklavanın kökeninde Doğu Akdeniz’in eski yerleşik halklarını arama eğilimi göstermektedirler.”
Bazen Türklerden önce katmanlı hamurişi yapıldığını ortaya çıkarabilme çabaları gösterilmekte. !!! Örneğin “ Küçük Asya’da Orta çağ Helenizminin çöküşü adlı kitabında Prof. Speros Vryonis Yunanistan da katmanlı hamurişinin Bizans dönemine kadar gerilere uzandığını yazar. (hatta belkide hırstiyanlık çağının ikinci yüzyılına kadar Prof. Vryonisin“ savında belli bir tutarsızlık vardır).
Türk , Anadolusun’da Bizans kalıntıları adlı bölümünde sözü modern Türkiye’de kullanılan katkı maddelerinin eski Yunan’da Gözde olduğu konusunda uzun uzadıya döndürüp dolaştırdıktan sonra şunu yazar Prof. Vryonis “ Bir başka gözde Bizans tatlısı , “ Türklerin baklavası ile aynı Olan kopte yada kopton ( koptoplakous) denilenidir “.
Kanıt olarak Naucratis’li Athenaeus’ün The Deipnosophists adlı ikinci yüzyıla ait kitabını dip not olarak vermekte ( xıv , 647 ). Ancak “ bu pasajın gözden geçirilişi Prof. Vryonisi haklı çıkarmamakta. (Şunu belirtmek zorunludur ki titiz davranmak gerekirse bu pasajda gerçekte Kostoplakous Anlatılmaktadır).”
Kostoplakous sözcüğü bir tümcenin bir parçasını bile oluşturmamakta, tek başına durmaktadır orada“ ve bunu da Gastris veya Gastrion isimli bir Girit tatlısının betimlenişi izlemekte. “Ancak çoğu yayıncı gastrisin yalnızca koptoplakousa verilen başka bir isim olduğunu var sayarlar. Koptoplskousun sözcük anlamı “Kopte, yani döğülmüş susam pastasıdır“ ve göreceğimiz gibi bu kitapta anlatılan gastrise pek uygun düşen bir isimdir.
Kuşkusuz pasajda bal ile karıştırılmış cevizden oluşan bir dolgu maddesine sahip bir tatlı anlatılmaktadır ki bu bize hemen baklavayı anımsatır. Ancak tarifi okumayı sürdürürsek“ şu çarpıcı gerçekle karşılaşırız ki “ bu tatlıda HAMUR HİÇBİR ŞEKİLDE SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. “ Ceviz dolgu bal ile tatlandırılmış, iki döğülmüş susam tabakasının arasına sandeviç gibi yerleştirilmektedir ; (susamdan oluşması bir yana ) “ ceviz dolmasına pek benzer”.
KESİNLİKLE ŞUNU SÖYLEYEBİLİRİZ Kİ;
“KOSTOPLAKOUS BİR HAMUR İŞİ DEĞİL, çoğunlukla DÖĞÜLMÜŞ SUSAM İÇEREN“ BİR TÜR ŞEKERLEMEDİR“. Baklava ile herhangi bir ilgisinin olduğunu düşündürecek hiçbir neden yoktur.
Öyle anlaşılıyor ki Prof. Vryonis in yanılgısının temelinde “ savlarını dayandırmak “ için alıntı yaptığı diğer kaynak VYZANTİNON VİOS POLİTİSMOS ( Bizans yaşantısı ve uygarlığı) İsimli Prof. Phedon Koukovles tarafından yazılmış kitap bulunmaktadır. Prof. Koukoules The Deipnosophists isimli yapıttaki söz konusu pasajı yorumlarken“ Koptoplakousu iki tabaka hamurdan (ek dyo phyllon zymes) yapılmış olarak ANLATMAKTAYDI, GÖRMÜŞ OLDUĞUMUZ GİBİ İŞİN İÇİNDE (Kostoplakous ta) HAMUR YOKTUR.
ÖZGÜN METİNDE, iki tabaka tatlandırılmış SUSAMA (agania) yani ”Pastalar”denilmekte , öyle görünüyor ki kitaptaki metini yeterince incelemek yerine “ pasta” ların hamurdan yapılmış olduğu sonucunu çıkarıyordu ..!!!..
Kitabın bir başka yerinde Prof. Vryonis göçebe Türklerin mutfak geleneğini yoksul diye nitelendirip yadsır (Tüm Balkanlar’da 500 yıla yakın süren Türk , Osmanlı kültürünün varlığını ve oradaki etkilerini göz ardı ederek....) ; sürülerindeki hayvanların etleri ile toplayabildikleri sebze ve meyvelerle ve basit diye nitelendirdiği , basit sac ekmekleri ile beslenirlerdi. Türk ekmeklerinin göç durumlarında pratik bir sac üstünde pişirilmek zorunda olduğu doğrudur; ancak DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR Kİ bu zorunluluğun TÜRKLERİN KATMANLI EKMEKLERİ İCAT EDİŞİNİN NEDENİNİN“ TA KENDİSİ OLMASI ÇOK BÜYÜK OLASIDIR”.
Eski Türk
tahıl pişiriciliği konusunda araştırma yapacak herkesin çarpıcı bulacağı BİR GERÇEK ŞUDUR Kİ göçebe Türklere “ ekmek ve pastalarını tabakalar halinde pişirmek , elde etme düşüncesi çok cazip gelmişti.
Göçer durumda fırınları olmadığından yerleşik yaşamda sık sık yapılan türden. Kalın ekmekler yapamamaktaydılar.
BELKİDE TAM BU NEDENLE ekmeklerinin “kalınlığında çeşitlilik yaratma gereği duydular“, BU NEDENLEDE BİZ BUGÜN onların ekmek tabakalarının üst üste konulması ile oluşan kalın pastalar yaptıklarını görüyoruz ,ÖZBEK TÜRKLERİ gibi. Bunun Özbeklere ait bir örneğin 10 ile 12 TANE YUFKADAN OLUŞAN VE HALA YAPILAN “PUŞKAL’DIR“.
Birinci tabaka önce önce bir tarafından sonra diğer tarafından kızartılırken pişmiş yüzey üzerine önce bir tabaka ekşi krema yayılır , ve bu da ikinci tabaka çiğ hamurla örtülür. İlk tabaka ikinci yüzündende tekrar pişirildiğinde bu “sandeviç” çevrilir ve süreç daha çok ekşi krema ve geri kalan hamur tabakalarıyla , kalın bir pasta oluşuncaya kadar yinelenebilir. (buradan şu sonuçta çıkarılabilir bu pasta bu günkü çok katmanlı pastanın atası kabul edilebilir).
Ayrıca Özbek “yupkası” buna benzer, “ şu farkla Kİ katmanlar arasına dolgu maddesi olarak kavrulmuş soğan ve kıymada koyarak yemeklerde yapmaktalar. ( Bu gün Anadolu’da benzer metotlarla halen bir çok yemek yapılmakta örneğin yağlama gibi).
Bu gün Türkiye katmanlardan oluşan bir parçadaki baklavanın katman filosunun tek bir parçasına yufka denildiğini anlatmaya, vurgulamaya gerek bile yok ; tarihsel olarak “yufka : yupka ile aynı sözcüktür.
Kazan Türkleri, Tatarlarıda kendi yufka çeşitlemelerini yaparlar; ve “ YOKA “ olarak bilinen 10 ile 12 ince ( yoka) ekmeği kızartırlar, henüz sıcakken üzerlerine tereyağı sürerler ve üst üste koyarlar. Elde edilen pasta dilimlenir ve çayla birlikte servis edilir. Geçmişten bu güne Türkler , bir ince ekmekler diyetini çeşitlendirmek için tabakalandırma deneyleri yaptığımızı kurgulayabiliriz ancak bu tabakalandırmayı zevk için yaptığımızda doğru olabilir.
“Uygurlar, Özbekler, Kazaklar, Karakalpaklar, Kazan Tatarları, Başkırlar, Azerbaycanlılar ve Türkmenler” tarafındanda bilinen katlama yağlı bir yufkayı sararak diskler biçiminde kesip kızartılarak yapılır. Böylece bir anlamda bir anlamda spiral olarakta katmanlandırılmış olur.
Eski Türkçe YUBGA kelimesinin yemek anlamı “ince düz bir ekmektir“ ve bu sözcük bugün hala (Osmanlıcanında içinde bulunduğu) Çeşitli Türk dilinin farklı Lehçelerinde yaşamaktadır.
Tabaka halinde ekmeğin anlamının yüzyıllarca geriye gittiği konusunda somut kanıtlar vardır. VI. Yüzyıl ait KAŞGARLI MAHMUDUN ESERİ DİVAN-I LÜGAT - İT TÜRK isimli büyük eserinde KAŞGARLI MAHMUT “ YUVGHA VE YUPGAYI “ İNCE EKMEK “ OLARAK TANIMLAMAKTA” ; oysa katma yufka deyiminede yer verip bunu Arapça khubzp mughaddan olarak çevirmekteki “ katlanmış ( yada kırışmış veya “ pilelendirilmiş “ EKMEK “ anlamına gelir. Katma deyiminin katlama deyimindede rastlanan kat köküne sahip olduğu dikkati çekecektir. “ kat sözcüğü “ ise tabaka anlamına geldiğinden KATMA YUFKANIN KATMANLI OLDUĞU HEMEN HEMEN KESİNDİR.
Yine Orta Asya steplerinde sac üzerinde pişirilen katlanmış yada “ kırıştırılmış ekmekten, döğülmüş cevizi sandeviçleyen” ve 100 TANE KAĞIT İNCELİĞİNDE YUFKANIN BİR FIRINDA PİŞİRİLEREK VE ŞEKER ŞURUBU EMDİRİLEREK YAPILAN BİR TEPSİ BAKLAVAYA GELİNCEYE KADAR BİR HAYLİ YOLU VARDIR. “
Bu iki uç arasındaki eksik halkayıda yerine koyarsak yararlı olacaktır. Bunuda belki “ Bakü baklavası olarak bilinen (Şeki paklavası fındık ve kişniş tohumu ilede yapılır).Azerbaycan’a özgü tatlıda bulabiliriz “.
Bu 50 ile 100 tane kağıt inceliğinde yufkanın döğülmüş cevizle doldurulması ile yapılan bilindik baklava değil, “ erişte için gerekenden daha ince olmayan 7 tabaka ceviz içeren ve 8 yufka ile yapılanıdır.
“Buna çok benzeyen bir tatlıda KAZAN TATARLARI TARAFINDAN YAPILAN VE İSMİDE “ PAKLAVA “ İSMİYLE YAPILANIDIR. Bu ürünü açıklayabilmenin kolay bir yöntemi bunu göçebe Türkler ile bölgenin yerleşik halkı arasındaki temasın verdiği bir ürün olarak görmek olur.
Azerbaycan’ın fırında pişirme ceviz dolgulu hamur işleri gibi İran geleneklerini Türklerin Orta Asya steplerinden bugüne Anadodoluya Mezopotamya ya getirdiği YUFKA EKMEĞİ ile Bir araya getiriyor gibidir.
Bugün dünyaca ünlü bu denli bilinen lezzet abidesi rafine baklava bu görüşe göre İstanbul’un fetihinden sonra zengin ve karmaşık İstanbul’da daha sonradan geliştirilerek daha ayrıntılandırılmış olan temel fikre dayanıyor olabilir.
BAKLAVA ( Türklerin İstanbul’u fetih yolunda ) ve sonrasında “ MAHARETLİ TÜRK AŞÇILARI , USTALARI “ tarafından özellikle çok ince çeşitlemeleri ile kuvvetli muhtemel Saray mutfaklarında yapılarak bugünkü LEZZET ABİDESİ durum ve konumuna gelmiştir.
Öyleki “ Topkapı Saray’ının baklavaya karşı çok özel bir ilgisinin olduğu aşikardır. Saray’a aşçı alınacağı zaman ustalığını görmek için yaptırılan yemeklerden biridir baklava.
Yazıma başlarken Sn. Fevzi HALICI , Sn. Nevin HALICI ve Charles PERRY´e ithafen yazdığımı ifade etmiştim . Sizlerle Baklava ile ilgili tarihi ve güncel bilgileri süreçlerin ışığında Baklavanın tarihini ve kökenini paylaştım.
Bakin birde ;
Los Angeles Times ve Laweekly gibi saygın yayın kuruluşlarında yazarlık ve editörlük yapmış olan Amerikalı yazar Charles Perry , dünyanın birçok dilini konuşabilen bir yemek tarifçisi kıymetli arastırmacı uzmandan baklavanın kökeni ile ilgili olarak dikkatinizi bilginin ve onu kullanmanın önemine çekmek icin Sn. Perry´in Los Angeles da aralarında Türk Ermeni ve Rumlarında bulunduğu bir dinleyici kitlesine “Türk Baklavası tarihiyle ilgili yukarıda sunduğum somut bilgileri de bir otoritenin teyid eden yorumunu ve cevabini, sempozyumdaki sunumunu onun ağzından; bilgilerinize sunuyorum .
Charles PERRY ;....
Baklava gerçekten çok ilginç konulardan biri hepimiz baklavayı biliyoruz ve baklava o mis gibi kokan tereyağlı çıtır çıtır haliyle çok özel tatlı. Türkiye’ye gittiğinizde baklavayı hep kare şeklinde görmezsiniz bir pasta dilimine benzer şekilde de görebilirisiniz ve buna havuç dilimi denir. Peki baklava nereden geliyor ? 2 yıl önce Türk basınında bununla ilgili büyük bir tartışma oldu soruyorlardı.
Baklava Yunanlılara mı ait yoksa Türklere mi bende arkadaşım Nevin Halıcı sayesinde tartışmaya dahil oldum.Kendisi yemek kitabı yazarıdır. Ailesi Türkiye’de 80’ lerde ve 90’ların başında yemek sempozyumları düzenlemiştir ve bu sempozyumların birinde onlara bir kağıt sundum. Bu kağıtta baklava Yunanlıların olamaz baklava Türklere ait olmalı yazıyordu. Oda bana Charles Türk halkı için bu çok hoş dedi.
Akdeniz’de Türk toplumundan önce kat kat hamur açma kültürüne dahil ne bir tarih nede bir gelenek var yunan bilim adamı Fedon Kuklas “Bizans toplumu ve medeniyeti” adlı kitabında antik yunanda var olan bazı örneklerini bulduğunu söylüyor ama undan hamurdan yada yufkadan bahsetmiyor.
Tek bulabildiği ezilmiş susamdan yapılan kekimsi bir tatlı yani Kuklası yanılıyor.
15 yıl kadar önce Yunanistan’da bir panele katılmıştım yanımda California üniversitesinden Spiros Berriones oturuyordu bu zat Yunan geleneklerinin Anadolu’da ve orta çağlarda varlığını nasıl sürdürdüğünü anlatan önemli bir kitap yazmıştır. Kuklasın iddasını o panelde oda dile getirdi. Bende Kuklasın kitabından yaptığım bir alıntıyla nerede yanlış yaptığını anlattım. Yunanlı dinleyiciler buna hafifçe tepki gösterdiler panelin moderatörü beni susturmak için parmağıyla masaya bile vurdu ama gerçeği söylemek zorundasınız.
Berriones eleştirime biraz isteksizcede olsa katıldı. Bay Berry önemli bir noktaya parmak bastı dedi. Çok katlı ya da katmerli tatlıların antik yunanda bir örneği yok Akdeniz Havzasındada bir örneği yok ama Orta Asya’da var.
Türklerin Anadolu’ya göçmesinden sonra Kaşgarlı Mahmut büyük bir sözlük oluşturuyor, zamanına göre çok üst düzey bir bilimsel dikkatin eseri. Değişik lehçeler arasındaki aynı sözün kullanım farklılıklarını bile işaret ediyor. Orta çağın en önemli sözlüklerinden biri o sözlükte “yemekler”dahil başlıklar var.
Başlıklardan bir tanesi yufkayı tarif ediyor. Yufka sacın üzerinde ince olarak açılmış hamurun adı. Kaşgarlı Mahmut katma yufka diye bir şeyden bahsediyor buda katmerli yufka demek. Arapçası Hups Mukadden çok katlı dürülmüş yufka manasına geliyor. Orta Asya’da bütün Türk milleti yufka yapar yufka katmerli hale getirip kullanılır. Tatarlar mesela yufkayı tereyağı ile bezeyip dürerler ve çayla birlikte size takdim ederler.
Özbekler biraz daha tutkuludur onlar çiğ hamuru açıp sacın üzerinde biraz kızartırlar sonra çevirip diğer kızarmış olan tarafın üzerine daha önce hazırlanmış kızarmış et ve soğan karışımını dökerler, sonra çiğ bir yufkayı bunun üstüne eklerler çiğ olduğu için hemen yapışır sonra çevirip bu çiğ tarafı pişirirler bu sefer et soğan karışımının pişmiş olan tarafının üzerine döküp bu işlemi tekrarlarlar sonuçta 9 katlı bir sandviç ortaya çıkar benzer tekniklerin diğer Türk milletleri tarafından kullanıldığını da biliyoruz.
Görüldüğü gibi bir cok somut kanıt ve Sn. Charles PERRY gibi uzmanların da ifade ettigi gibi.
KATMERLi YUFKA ;
DOLAYISIYLA BAKLAVA TÜRK MUTFAGININ BULUSUDUR .
Günümüze gelene kadar özünü koruyarak bir çok gelişimi geçirmiştir.
Bu arada Fars ve Azerbaycan mutfağıyla alışverişi olabilir. Baklavaya şurup eklemenin Fars mutfağıyla bir alakası olup olmadığını bilmiyorum ama iyi bir Türk baklavası az şurupla yapılandır. Çünkü baklavanın gevrek olmasını istersiniz lapa gibi olmasını değil. Hatta anlatılan bir fıkra vardır. “ Adamın biri baklavacıya gider ama baklavayı beğenmez.
Satıcıya neden kötü olduğunu sorar. Satıcı tereyağının kötülüğünden hamurun doğru açılmadığından dem vurur. Adam hayır der bu baklava kötüydü, çünkü ısırdığım da çıtırdamalıydı, her tabakası ayrı ayrı kırılmalıydı ağzımda der. Hal bu ki bu baklava vıcık vıcık yani şurubu mümkün olan en az seviyede tutmalısınız der”. Şekerin orta çağlarda az bulunur bir şey olduğunu hesaba kattığınızda baklavanın orjinalinin az şekerli hatta şekersiz yapıldığını düşünebilirsiniz.
Degerli okuyucular;
Baklavanın TÜRK MUTFAGININ BiR BULUSU OLDUGUNU GÖSTEREN BINLERCE YILLIK BiR MUTFAK KÜLTÜRÜNÜN SONUCUNDA OLUSTUGUNU VE KADiM BIR GELENEGiNiN OLDUGUNU GÖSTEREN cok önemli BiR KANITTA SUDUR :
DÜNYADA KENDi AiT TÖRENi OLAN TEK TATLI BAKLAVADIR.
Topkapı Sarayında Ramazanın 15 de kutsal emanetler ziyarete açılırdı. O gün yeni çeri bölükleri İstanbul’a gelirdi ve her bölüğü saray mutfağında hazırlanmış iki tepsi Türk baklavası verilirdi. Bu baklava tepsileriyle birlikte İstanbul sokaklarından geçerlerdi buna “ BAKLAVA ALAYI ”demişlerdir. Kendine ait töreni olan tek tatlıdır BAKLAVA .
DEGERLI OKURLAR, her zaman sorarım. Kalitemi, Kantititemi ? Nitelik mi, nicelik mi ? Sayı ve miktarmı ? yoksa ÖZÜNDEKI DEGERMI daha önemli daha kıymetlidir ?
Rekorlar kırmak önemlidir. Fakat asıl olan sahip olduğumuz zenginliklerimizi onların binlerce yıllık süre gelen geçmişini ve gelişimini ; oluşturdukları güçlü geleneklerini bilerek onlara sahip çıkarak BİZDEN SONRAKİ NESİLLERE VE “TÜM İNSANLIĞA KÜLTÜREL MiRAS OLARAK BIRAKABİLMEKTiR “ . Sizcede öyle degil mi ?
Ser Tabbah Veyis DURDU
Kadim Anadolu Mutfak, Tarihi ve Kültürü Uzmanı.
Araştırmacı, Yazar – Şef
1. Vryonis, S., “ The decline of Medieval Hellenisim in Asia Minor And The Process of İslamization from The Elevent throught the Fifteenth Centuries , University of California , 1971; p. 482.
2. Koukoules , Phedon, Vyzantinon Vios kai Politismos , Cilt 5 , Sayfa 116.
3. Kerim Mahmudov, Uzbekskie Bliuda , Gosudarstvennoe İzadatel’stuo Uzbekskoi SSR , Tashkent 1962
4. Tatarskaia Kulinaria, Kazan Tatarskoe Knizhnoe İzdatel’stuo, Kazan 1981